DivShare

14 Temmuz 2012 Cumartesi

İni, Enel Hak

                İnsan bedeninin özgürlüklerini yaşamak adına ruhuyla verdiği kavga da görünen o ki ne kültürel ne milli nede uhrevi değerler bunun önüne geçebilmekte. Sözüm ona sadakat; birleştirilmiş hayatların çifte standardı varmış gibi erkeğin kadına beklentilerini veremediği, istediği manada bir yaşam zenginliği sunamadığı bir suç adresine dönüşmüştür.

               Neden mi? Kültürel değerleri, milli yaşam biçimini, dinsel ve töresel kavramların koruyucusu olan devleti yönetenlerin, kendi argümanları, kazanma ve beslenme hırsları, yanlı ve bencil tutumları, çıkar ve sömürüye dayalı politikaları yüzünden olmasın. 40 yıldır değişim bombardımanına tutulan bir milletin nasıl bir karaktere bürüneceği konusunda, bu kaderinizdir denen dayatmalarla, çağdaş batıya entegre oluyoruz yalanının beslendiği batı, söz verdiği intikamın acısını çıkarmaktadır.

               İnsan olmanın zaafları o kadar çok ki.    “Öyleyse beni azdırmana karşılık yemin ederim ki ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra onların önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen de çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.” (A’raf, 16-17) Şeytan; bütün kötülüklerin başı, karanlığa saklanmış bir şuur emici. Her rahimden düşen cana, her şuuruyla buluşmuş canın doğruluktan uzaklaşması, yalan, riya, arsızlık, nağmusuzluk, hırsızlık, haksızlık, dirayetsizlik ve zayıflık içine çekerek içine bıraktığı kötülüğün tohumuyla, sapkınlığı ve bedensel arzuları bir amaç bir yaşam biçimi şeklinde kabul ettirmiştir. Günümüzde teknolojinin beslediği araç gereçler, insan yaşamına giren pek çok makine ve çevresel yapıların sınıfsal bir objeye dönüşmesi, insanların ona ulaşma arzularını tetikleyen bir fısıltının ''Şeytan'ın vesvesesi'' özellikle zayıf varlıklarda dolayısı ile kadınlarda çok etkili olmuştur. Yenilik diye sergilenen pek çok obje bir arada yaşayan milyonlarca insan için ulaşılması güç, hayali zorlayan bir vesile, ona erişmek için bir araç olmuştur. Şeytan'ın en büyük vesvesesi bilimdir. Evlerimize kadar sokulan her dakika hayatımızın içinde olan bilimin getirdiği ne olursa olsun! Unutmayın ki Şeytan ona kendini katacak bir vesile mutlaka bulmakta ve bunu gayesi doğrultusunda kullanmaktadır. “Şeytan sizi fakirlikle korkutur. Size kötülüğü emreder.” (Bakara, 268)

                Evrende şuurla onurlandırılmış yüce varlıklarımızın değerlerini, görevlerini, sonuçlarını; anlamadığımız bir hiçliğin verdiği savaşa kurban etmek! Şu koskoca kainatta aklı olan tek varlık olduğunu bile bile aklıyla doğruyu görmekte sıkıntı yaşayan zayıflardan olmak, kolaya ve maddevi değerlere yönelmek! Ne istediğini bilmeden şuurunu kirletmek, sahip olacaklarınla yaşayacağın sınırlı bir ömürde sonsuzluğa sırtını çevirmek, ancak şeytanın yanında yerini almakla mümkündür. Şeytan'ın en büyük hedefi aile dir. Şeytan gelecek endişesine sevk eder, dünya tutkusunu artırır. Kendinden olanların yaşadığı hayatı güzel gösterir, günah ve kötülükleri böylece içimize serpiştirir.   Cenab-ı Hak: “Ey Adem! Şüphesiz bu (İblis) sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun.” (Tâhâ,117) Buna rağmen şeytan bu ailenin arasına bir vesvese sokmuştur;
“Derken, şeytan onların kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi ve şöyle dedi: Sizi Rabbiniz başka bir şey için değil, sırf melek olacağınız yahut ebedi şekilde kalanlardan olacağınız için bu ağaçtan uzak tuttu.” (A’raf, 20)

                Ne için peki? Onlar yaratanı görürken onun gücü ve kudretine şahit olurken! Nasıl olurda şeytan'ın aldatmacasına inanırlar.  Bahsi edilen ağaç nedir? Onları, günaha sürükleyen bu itaatsizliğe neden olmuştur. Kanımca bu ''zevkti''. Zevk, mutlaka erişilmesi gereken bir bilinç altı yaptırım değil mi? Bugün bile insanlar onun için ırzı, nağmusu kirletmiyor mu? O terbiye edilmesi güç bir istem, kontrolsüz bir içsellik değil mi? Şeytan'ın kulağa fısıldadığı en güzel kötülük bu olsa gerek. Ya sonra, bir lanetmiş gibi sönen arzunun verdiği tiksinti ve mide bulantısı olduğunu bilmek! O günün neleri yaşattığını bugün gibi bize hatırlatır.

               “Ey ademoğulları! Şeytana kulluk etmeyin, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır demedim mi?” (Yasin, 60) Demek ki sadakatsizliği bize cennette aşılayan şeytanın bu dünyada işi kolay.  Orada herşeye sahip, bütün güzelliklerin içinde yaşarken, ulvi bir hayatın değerlerini hiçe sayacak kadar vesveseye düşmek! Sıkıntı, yokluk ve yoksulluk içinde sürülecek hayatlarımız da nedenli kolay bir araç olarak kullanılacaktır. Zaten öyle olmuyor mu? Sadakat bağını zedeleyen zincirin halkalarını, yaşamın zorlukları karşısında bir kolaylıkmış gibi gösterilen günaha davet, hayatımızın bütün dönemeçlerinde olduğu gibi, düpedüz, yapılması kolay ve hakmış gibi bu temelsiz zihin oyununa girmek değil mi? Oysa hak, ebedilikten sunulmuş bir nimetken onu ziyan etmek, destursuz ve fütursuzca yalana ortak koşmak, varlıksal niteliğimizin gerçeğini karalamaktır. Sadakat; kutsal bağın dış çeperini oluşturan bir koruyucuyken, onu zayıflatan zayıflamaya iten şerhin kimden geldiğini bile bile, gözlerin önüne serilen bu şeytansı planın kurbanı edilirken ondan pay almanın hevesiyle dolup taşan insanlar, mutlak olan bir cezanın vebalinide üslenmişlerdir.

                Lekelenmiş bir şuura; güneşin doğduğu yer batı, battığı yer doğu gibidir. Onlar Rahim olan Allah'ın yolundan uzaklaşmış, kendilerini şeytana satmış sapkınlardır. Oysa salih olan Hak'tandır. Hak'kın koruması altında doğruluğun amelini yaşar, sükut ve sucut içinde ömrünü vefa eder. Ve bilinmelidir ki;
“Şeytanın nüfuzu, ancak onu dost edinenlere ve Allah’a ortak koşanlaradır.” (Nahl, 100) Alâ b. Ziyad Der ki  “Kalp, uğranılan bir ev gibidir. Bir şey varsa alır, yoksa bırakıp gider. Yani heva ve heves olmayan gönüle şeytan girmez.” (İhya, III/62)  Yalan ve yanlışa sürüklenmiyoruz ap açık ona gidiyoruz, ondan medet umuyoruz. Belki bize hayatlarımızda beklentilerimizi karşılayacak bir şeyler bırakır umuduyla, düpe düz ona koşuyoruz. Yazık ki bozuk bir program bile format atılıp düzeltilirken, bizler kendi bozukluklarımızın koruyucusu olmakta çok ısrarlıyız. Bir başkasının ve daha başkalarının hatalarını örnek gösterip, yanlışı doğruya karşı çoğulcu bir zırhın arkasına oturtarak savunmak, şeytanın buna ortak olmadığı bir zayıflıktır. Bu ortaklık kötülüğün sirayet ettiği insanların birleşik krallığıdır.Vakti gelince herkes birbirine tutunacak kim daha suçlu bunun kurgusu üzerine birbirlerine zemin hazırladıkları.

                Hak! Lütuf sahibi yüce yaratan; bir dünya için  evren, evren içinde anlamı türetmiş! Bütün zıtlıkları bir arada tutan, maddeyi türlü şekillerde kainata serpiştirmiş, aklın tasavvuruna yol olsun diye her safhadan bir nasihat, her olgudan ve oluşumdan varlığının işaretini bilincimize sergileyen Rahman ve Rahim olan hak. Sonsuz kudretinin önünde duran toz bulutları gibi dağınık ruhlarımız; kendi yolunu bulmak için özgür bırakıldığı karanlığın içinde çıplak gözle göremediklerinden, gördükleriyle kıyaslayıp yürüdükleri bu yolda, kavlinden kovulmuşların da yardımıyla, ektikleri, günah, zulüm ve feryadın bir zifir gibi dünyayı sardığı karanlıktan yükselen ışığına muhtaç. “Eğer şeytandan bir fit (bir vesvese) gelip seni dürterse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.”(A’raf suresi 200. ayet)
Altan İlhan ARSLAN

Hiç yorum yok: