DivShare

7 Mart 2009 Cumartesi

TÜRKİYE VE NATO MACERASI

Yrd. Doç. Dr. Saime YÜCEER *

1930’lardan itibaren Avrupa’da bloklaşma hareketleri hızlandı. Bi-
rinci Dünya Savaşı sonrası düzenini korumak isteyen Anti Revizyonist ve
statükoyu değiştirmek isteyen Revizyonist ülkeler iki karşıt blok oluşturdu.
Türkiye, büyük uğraşlarla gerçekleştirdiği Lozan dengesinin devamından
yanaydı ve Anti Revizyonist tarafta yerini aldı. 19 Ekim 1939 tarihli Türk-
İngiliz-Fransız İttifakıyla bu eğilimi hukuki bir boyut kazandı. Yine de savaş
içinde bütün devletlere eşit mesafede kalarak savaş dışı kalmayı başarabildi.
Ancak bu tutumu kısa süreli de olsa kendisini endişeli bir yalnızlığa itecekti.
Bu endişe, Sovyet Rusya’nın Türkiye’ye yönelik isteklerinden kay-
naklanmaktaydı. Türkiye savaşın başladığı günlerde Eylül 1939’da Sovyet
Rusya ile anlaşmak için girişimlerde bulunmuştu
1
. Ancak bu yoldaki görüş-
meler, Sovyetler Birliğinin Türk Boğazlarının ortak savunulması gibi aşırı
istekleri nedeniyle sonuç vermedi. Rusların söz konusu tutumu Türkiye’yi
Sovyet Rusya’dan uzaklaştıran sürecin de başlamasına neden oldu.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında iki süper güç olarak ortaya çıkan
Amerika ve Rusya dünya politikasını kendi eksenleri etrafında yönlendirme-
ye başladılar ve iki kutuplu bir dünya oluştu. Bu süreçte Sovyet Rusya istek-
lerini daha ileriye götürdü ve 19 Mart 1945’te Türkiye’ye verdiği notada 7
Kasım 1945’te bitecek olan 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve
Saldırmazlık Antlaşmasını yenilemek istemediğini bildirdi. Bundan sonra
Türkiye Sovyetlerle uygun bir antlaşma zemini aramaya başladı. Bu çerçe-
vede uzlaşma çabaları sürerken Rusya, 7 Haziran 1945’te Türkiye’nin aşağı-
daki istekleri yerine getirmesi halinde antlaşmanın gerçekleşeceğini bildirdi.
Bunlar:
1- Moskova Antlaşmasıyla tespit edilen Türk-Sovyet sınırında Rusya
lehine değişiklikler yapılması,
2- Boğazların, Türkiye ile Sovyet Rusya tarafından ortak savunul-
ması bunun için de Rusya’ya Boğazlarda deniz ve kara üsleri ve-
rilmesi,
3- Montreux Sözleşmesinde revizyona gidilmesi için Türkiye ile
Sovyet Rusya’nın prensip antlaşmasına varması
Sovyet Rusya’nın 7 Ağustos 1946’da Türkiye’ye verdiği ikinci nota-
sında öne çıkan hususlar ise, Boğazların Karadeniz’e kıyısı olmayan devlet-
lerin savaş gemilerine özel durumlar dışında tamamen kapatılması ancak
Karadeniz’e sahildar devletlerin savaş gemilerine tam geçiş serbestisinin
tanınması oldu.
Türkiye bu tehditler karşısında güvenlik sorununu Batı güvenlik sis-
temi içinde yer alarak çözebileceği yolunda kendisine bir hedef belirledi. İşte
NATO’ya girmesiyle sonuçlanacak olan çabalarını bu hedef doğrultusunda
yoğunlaştıracaktı.
1. Truman Doktrini ve Marshall Planı
Sovyet Rusya’nın, savaş sonrasında hız kazanan emperyalist hare-
ketlerine son vermemesi nedeniyle Amerika’nın tedirginliği artmaktaydı.
Eğer buna dur denilmezse dünyanın büyük bir kısmında komünist idareler
işbaşına gelebilirdi. Zaten Rusya’da, komünist rejim kurulduğundan itibaren
“Dünya İhtilali” politikası çerçevesinde bu amaç için çalışılmaktaydı. Bu
gün ise, Rusya dünyanın iki süper gücünden biriydi ve bu politikasını çok
daha kuvvetli bir konumda sürdürebilirdi. Amerika bu endişe ve korkuyla
1947’den itibaren komünizme karşı savaş başlattı.
Ancak başlangıçta Türkiye’de şiddetli tepkilere yol açan Sovyetler
Birliği’nin Türk topraklarına yönelik emperyalist politikaları ilk zamanlar
dış dünyada aynı tepkiyle karşılanmadı. Zira büyük devletler özellikle de
Amerika, savaş sonunda yeni dünya düzenini Sovyet Rusya ile birlikte kuru-
labileceğine inanıyordu. Bunun mümkün olmayacağını anlaması ise Sovyet
Rusya’nın, kurtarılan Avrupa devletleri özellikle de Polonya konusunda
Yalta’da yayımlanan demece aykırı davranışlarda bulunmasından sonra ger-
çekleşti
2
.
Nitekim Sovyetler Birliği’nin, Postdam Konferansı sırasında Türk
Sovyet sınırının kendi lehlerine değiştirilmesi isteğine karşı Amerika bunun
Türklerin ve Rusların sorunu olduğunu söyleyerek bu olay karşısında kayıt-
sızlığını ortaya koyuyordu. Ancak Amerika 1946’dan itibaren Türkiye’nin
toprak bütünlüğüyle yakından ilgilenmeye başladı. Sovyetlerin Orta Doğu ve
Doğu Akdeniz’de nüfuz edinme çabaları karşısında savaş sonunda eski gü-
cünü kaybeden İngiltere, etkin bir politika yürütemiyordu. Oysa Amerika
buna karşı koyacak güçteydi
3
. Amerika’nın bir an önce müdahale etmesi
gerekmekteydi. Çünkü Yunanistan’daki iç savaşı komünistler kazanabilir ve
iktidara gelebilirlerdi.
Başkan Truman’a göre Sovyetler Birliği Yunanistan’dan sonra Tür-
kiye’yi de denetimi altına alacak olursa o zaman durum daha da tehlikeli bir
boyut kazanırdı ve Batı Avrupa ile Amerika için yaşamsal önemi olan Orta
Doğu Sovyet etki alanı içine girebilirdi. Bu durumun önlenmesi bağlamında
yeni tedbirler alınması gerekiyordu. İlk iş olarak Mart 1947’de Başkanın
kendi ismiyle anılan “Truman Doktrini” ilan edildi. Türkiye ve Yunanistan’a
yardımı öngören bu doktrin, Amerika’nın komünizme karşı açtığı savaşın ilk
çıkış noktasını oluşturdu ve aynı zamanda Amerikan dış politikasının yeni
stratejisinin başlangıç noktası oldu. Sovyet askeri tehdidi altında olan ya da
bir komünist devlet tarafından desteklenen iç savaşın hüküm sürdüğü bütün
devletlere yardım yapmayı öngören bu strateji, “Containment Policy” yani
“Sovyetler Birliği’ni Çevreleme Politikası” olarak isimlendirildi
4
. Böylece
“Soğuk Savaş Dönemi” de başlamış oluyordu.
Kongrede kabul edilen 400 milyon dolarlık askeri yardımın 100 mil-
yonu Türkiye’ye 300 milyonu Yunanistan’a 22 Mayıs 1947’den itibaren
yapılmaya başlandı
5
. Bu yardım Sovyet tehdidi karşısında olan ve sürekli
Amerika’nın yardımını arayan Türkiye için maddi olmaktan çok manevi bir
değer taşıyordu. Kuzeyden gelen büyük tehdit ve tehlike karşısında artık
yalnız değildi. Bu Türk yöneticilerini bir ölçüde de olsa rahatlattı. Ama aynı
zamanda Türkiye’nin Amerika’nın paraleline girme sürecinin de başlangıcı
oldu
6
. Avrupa ve Asya’nın jeopolitik merkezi durumunda olan Türkiye, Ata-
Türk döneminde bölgede egemen ülke konumunda iken
7
, sonraki dönemlerde
bu gücünü yitirecektir.
Türkiye ve Amerika arasında 12 Temmuz 1947’de söz konusu yar-
dımla ilgili bir antlaşma imzalandı. Antlaşmanın en can alıcı noktası dördün-
cü maddesiydi. Bunda: “Türk Hükûmeti, alınan yardımı Amerika’nın izni
olmadan başka amaçlarla kullanamaz” deniliyordu. Söz konusu yardımla
birlikte Kıbrıs sorununda bütün ağırlığıyla hissedilecek olan dışa bağımlılık
da başlamış oluyordu. Nitekim Amerika çok da uzun olmayan bir süre sonra
1964 Haziranında, 1947 Antlaşmasındaki söz konusu maddeyi kullanarak
Türkiye’nin, -Rumların Türklere uyguladığı katliama son vermeyi hedefle-
yen- Kıbrıs’a müdahalesini önleyecekti
8
.
İşte Türkiye 1945-1946 yıllarında Sovyet tehdidiyle karşılaştıktan ve
“Truman Doktrini”nin ilanından itibaren bütün dış politika felsefesini, Batı-
ya sıkı bağlarla bağlanmak ilkesi üzerine dayandırdı. Bu durum Atatürk za-
manında çok başarılı bir şekilde yürütülen “çok yönlü dış politika”dan ay-
rılmayı da beraberinde getirdi. Türkiye’yi, Batıdan başka alternatifi olmayan
bir ülke konumuna indirgedi.
Avrupa’nın ekonomik kalkınması ile ilgili olan “Marshall Planı” ise,
“Truman Doktrini”nden farklı bir anlam taşımaktaydı. Savaştan bitkin çıkan
Avrupa ülkeleri ciddi bir ekonomik çöküntü içindeydi. Diğer yanda Rusya,
Doğu Avrupa’yı büyük ölçüde kontrolü altına almıştı ve Batı Avrupa’da
özellikle de Fransa ve İtalya’da yoğun bir komünist propagandaya girişmiş-
ti
9
. Batı Avrupa’da da Komünist partilerin iktidara gelmesi Amerika’nın
güvenliğine ve dünya üzerindeki konumuna en büyük tehdidi oluşturacaktı.
Böyle bir şeye izin verilmemeliydi.
Bu görüşten hareketle Amerika Dış İşleri Bakanı George Marshall 5
Haziran 1947’de Batı Avrupa’nın ekonomik kalkınmasına yönelik olan
“Marshall Planı”nı ilan etti. Türkiye’nin de içinde bulunduğu 16 Avrupa
ülkesi bir Avrupa ekonomik kalkınma programı hazırladı. Sonuçta Amerika
Avrupa devletlerinin ekonomik kalkınmasını sağlamak için 1948’de dört yıl
süreli “İktisadi İşbirliği Kanunu”nu kabul etti.
Marshall Planı çerçevesinde Türkiye de ekonomik sıkıntılarını anla-
tarak 615 milyon dolarlık bir dış yardım talebinde bulundu. Ancak Türki-
ye’nin ekonomik yardıma ihtiyacı olmadığını ileri süren Amerikalı uzmanlar
bu devlete yardım yapılmasına taraftar olmadılar.
Bu olay Türkiye’de şimdi ekonomik yönde kendini yalnız bırakan
Amerika’nın ileride politik yönde de yalnız bırakabileceği endişesini doğur-
du ve kamu oyunda tepkilere yol açtı. Konu Türk Hükûmetinin isteği üzerine
Amerika Hükûmeti tarafından tekrar gözden geçirildi. Sonuç Türkiye’nin
“Marshall Planı”na dahil edilmesi doğrultusunda oldu. Böylece 4 Temmuz
1948’de yapılan anlaşma ile Amerika, Türkiye’ye ekonomik yardıma başla-

10
.
Ancak ne Truman Doktrini ne de Marshall Planı Türkiye’nin güven-
liğini sağlamak için yeterli değildi. Bu nedenle Türkiye’nin bundan sonraki
çabası, Amerika ile ittifak yapmak yolunda çalışmalarını yoğunlaştırmak
olacaktır.
2. Türkiye’nin NATO’ya Girişi ve Meclisteki Yankıları
Başta İsmet Paşa olmak üzere Türk dış politikasını yönetenler sava-
şın ortasından itibaren, Mihver Devletlerinin savaşı kaybedeceğini ve özel-
likle Almanya’nın yenilgisinin, Avrupa dengesinde büyük boşluk doğuraca-
ğını hesap ettiler. Bu boşluktan da 1939’dan itibaren Türkiye üzerindeki
emperyalist emellerini açığa vuran Sovyetler Birliği faydalanacaktı. Yenil-
miş olan Fransa ile savaştan bitkin bir halde çıkan İngiltere bu dengeyi ku-
ramazlardı. Bu durum karşısında Türkiye, kendisine yönelen Sovyet tehdit
ve tehlikesine karşı bu ülkeden daha güçlü olarak algıladığı Amerika’ya
dayanma yoluna gitti.
“Truman Doktrini” ve “Marshall Planı” Türkiye’nin Sovyetler Birli-
ği karşısındaki endişelerini hafifletmesine rağmen tümüyle ortadan kaldır-
madı. Bu nedenledir ki, Türkiye için esas olan Amerika ile bir ittifak yap-
maktı. Türkiye’nin ittifak isteği 4 Nisan 1949’da NATO’nun kuruluşuyla
yeni bir boyut kazandı
11
. Bu olay Türk Basınında da ilgiyle karşılandı. Cum-
huriyet, haberi “Atlantik Paktı Bugün Vaşington’da İmzalanıyor” başlığıyla
veriyordu ve “Truman bir nutuk söyleyecek. Genel kanı bu tarihi vesikanın
genel bir harbe engel olacağı merkezindedir.” şeklinde devam ediyordu
12
.
Türk ordusu İkinci Dünya Savaşı’ndan itibaren seferber halde tutul-
maktaydı. Bu durum da devlete ciddi bir mali yük getirmekteydi. Atlântik
Paktına katılarak bu yükün hafifleyeceği düşünülmekteydi. Böylece bir sal-
dırı karşısında yalnız kalınmayacak NATO üyesi ülkelerin de yardımı sağla-
nabilecekti. Üstelik özgür dünyanın bir mensubu olarak demokratik değerle-
rin de korunmasında onurlu bir görev üstlenilecekti
13
. Özellikle Demokrat
Parti bütün varlığıyla bu hedefe yönelecek ve bunu bir prestij sorunu haline
getirecekti.
Bu konuyu Demokrat Parti Milletvekili Rıfkı Salim Burçak: “... bü-
tün dünya milletleri arasında toplu emniyet sistemine en fazla ihtiyacı olan
devlet Türkiye’dir. Türkiye yıllarca türlü baskı ve tehditler altında bulundu-
rulmuş sinir harbinin çeşitli şekilleri yurdumuz üzerinde devamlı bir surette
tecrübe edilmiştir... Türkiye’nin silah kadar, belki de silahtan daha fazla
toplu emniyet sistemine ihtiyacı vardı. Türkiye kendisinin de Batı aleminin
ihmal edilemeyen bir uzvu olarak görülmesini medeniyet dünyasından haklı
olarak istiyor ve bekliyordu.”
14
şeklinde vurgulayacaktı.
Demokrat Parti tarafından bu pakt, Amerika’nın demokratik ülkele-
rin askerî ve ekonomik kalkınmasını gerçekleştirmeye yönelik olarak üstlen-
diği ulvi bir hizmet olarak algılanmaktaydı. Türkiye Atlantik Paktına davet
edildiğinde Dış İşleri Komisyonu Başkanı Firuz Kesim “Birleşik Ameri-
ka’nın askeri ve iktisadi kalkınmaya müteveccih bu geniş ve alicenap yardı-
mı ideale bağlı necip bir milletin dünya hürriyeti uğrunda fedakarlığı nerele-
re kadar götürebileceğinin bâriz bir misali olarak tarihte şükranla yad edile-
cektir.”
15
diyecekti. Oysa bu durum Amerika’nın güvenlik ve dünya hakimi-
yetini Rusya’ya kaptırmama politikalarıyla ilgiliydi.
Kuzey Atlantik Antlaşması’nın birinci derecedeki hedeflerinin ba-
şında Amerika’nın güvenliğini sağlamak geliyordu. Temsilciler Meclisine
1949 yılı savunma bütçesini sunarken Genelkurmay Başkanı Bradley yaptığı
konuşmada: “Denizaşırı ülkelerde üsler kurmak zorundayız. Düşmanı kendi
özgüvenlik sınırlarımızın ötesinde karşılamak ve ilk darbeyi elde edilecek
üsler yardımıyla vurmak zorunluluğunu bütün Amerikan yurttaşlarının an-
lamaları gerekir. Silahlı kuvvetlerimizin ve Amerikan topraklarının yeni bir
savaştan en az kayıpla çıkması başka türlü olamaz. Düşmanı can evinden
vuracak bu üsler, düşman topraklarına en yakın bölgelerde kurulmalıdır.” 16
diyordu.
Türkiye NATO’nun kuruluşuyla birlikte çabalarını yoğunlaştırdı.
Kuzey komşusundan gelecek olası saldırılara karşı daha kuvvetli bir şekilde
mukavemet edebilmek, güvenlik politikasını güçlendirmek ve -dışa vurula-
mayan bir istem olan- daha fazla ekonomik yardım alabilmek amacıyla, bu
kuruluşa girmek istiyordu.
Şubat 1949’da Türkiye Dış İşleri Bakanı Necmettin Sadak, Lond-
ra’da Türkiye’nin oluşturulacak pakta alınması yolunda İngiltere Dış işleri
Bakanı Bevin’le o zaman için herhangi bir sonuç vermeyen bir ön görüşme
yaptı. Yine Türk Dış İşleri Bakanı, Kuzey Atlantik Paktının imzasından
yaklaşık on gün sonra, Washington’a gitti. Burada yaptığı basın toplantısında
Türkiye’nin Atlantik Paktına dayanan bir müdaafa sistemine dahil olmak
istediğini açıkladı
17
.
Ama Sayın Sadak, -Amerika’dan dönüşünde- 11 Mayıs 1949’da Bü-
yük Millet Meclisinde yaptığı konuşmada, Atlantik Paktı konusunda fikir
teatisinde bulunduğunu dile getirmekle beraber iç politika kaygılarıyla: “Ben
Vaşington’a, ne Atlantik Paktına girmek, ne bu hususta bir teklif ve talepte
bulunmak ve ne de bir pakt imzalamak için gitmedim... Atlantik Paktına dair
Hükûmetimizin görüşü ise yüksek malumlarıdır. Bu görüşü Büyük Millet
Meclisinde, 16 Mart 1949 tarihindeki beyanatımda şöyle izah etmiştim: Şi-
mali Atlantik Paktı adı verilen ve mahdut bir coğrafya bölgesine inhisar ede-
ceği, kurucuları tarafından bize sarih surette ifade edilmiş olan bu karşılıklı
Askeri Yardım Antlaşmasına, Atlantik kıyılarında bulunmayan Türkiye’nin
girmesi bahis mevzu değildir.”
18
dedi.
Başbakan Şemsettin Günaltay ise, 30 Nisan 1949’da Tan Gazetesi
başyazarı Ali Naci Karacan ile yaptığı söyleşide: Karacan’nın, “Atlantik
Paktına girilmedi. Bir Akdeniz Paktının da şimdilik mevzubahis olmadığı
anlaşıldı... Amerika ile bağlılığımızın şifahi dostluk sözleri ve yardım mal-
zemesi haricinde herhangi bir maddi teminatı var mıdır? şeklinde yönelttiği
soruyu Başbakan: “Atlantik Paktına girme mevzuunda biz bidayetten beri
pek hevesli davranmadık. Mutlaka Atlantik Paktına girelim diye bir teşeb-
büste bulunmadık...”
19
. şeklinde yanıtladı.
Bu beyanlar, Türkiye’nin NATO’ya kabul edildiği zaman İktidar
Partisi tarafından kullanılacak, Demokrat Parti adına konuşan Rıfkı Salim
Burçak, Halk Partisinin böyle bir ittifaka Türkiye’nin alınmasının mümkün
olmadığını düşündüğünü ileri sürecek, bu konuda Demokrat Partiye hiçbir
miras bırakmadığını iddia ederek, “Yine tekrar ediyorum ki, Dış İşleri Ba-
kanınız ne bir teklifte bulunmaya, ne de bir pakt müzakeresine gitmiştir.
Hatta muhtemel bütün tefsirleri önlemek için, ‘Amerika’yı ziyaretimin, At-
lantik Paktının imzasından sonraya rastlaması hususunda tarafımızdan hassa-
ten dikkat gösterilmiştir.’ ”
20
dediğini vurgulayacaktı.
Oysa Halk Partisi, Demokrat Parti gibi prestij sorunu yapmasa da
partinin o güne kadar uyguladığı prensipler çerçevesinde Batı ittifakı içinde
yer almayı istemekteydi. Türkiye’nin Pakt dışında bırakılması da bu çevre-
lerde ve kamuoyunda sıkıntı yaratmaktaydı. Gerçi 5 Mayıs 1949’da kurulan
Avrupa Konseyine 8 Ağustos 1949’da Yunanistan ve İzlanda’nın yanında
Türkiye’nin de davet edilmesi, NATO dışında kalmasının sıkıntısını biraz
hafifletti ama ortadan kaldırmadı
21
.
Nitekim Türkiye’nin NATO’ya davet edildiği zaman CHP Meclis
Grubu adına konuşan Faik Ahmet Barutçu, “... İdealimize uygun olan bu
neticeyi Cumhuriyet Halk Partisi memleketin siyasi emniyetini müşterek
ahde bağlayan bir vesika olarak kıymetli saymaktadır...”
22
diyecekti.
NATO’ya girme çabalarının olumlu sonuç vermesi, Türkiye bakı-
mından sıkıntılı geçen birkaç yılı aldı. Türkiye bu ittifaka katılmak için ilk
müracaatını Halk Parti iktidarı döneminde Mayıs 1950’de yaptı
23
. Bu müra-
caatı tek destekleyen devlet İtalya oldu. Türkiye’nin NATO’ya katılmasına,
İngiltere ve Norveç, Danimarka, Hollanda ve Belçika gibi küçük devletler
karşı çıkmaktaydı. İkinci grubun itirazı Türkiye’nin NATO’ya katılışının bir
Sovyetler Birliği saldırısına neden olabileceği savına dayanmaktaydı. Ayrıca
NATO’dan aldıkları askeri yardımın azalacağı endişesini de taşıyorlardı.
Bunlarla beraber söz konusu ülkelerin bu tutumunda İngiltere’nin de etkin
olduğu bilinmekteydi.
İngiltere, 1947’de Doğu Akdeniz’in güvenliğini Amerika’ya devret-
tikten sonra Ortadoğu’da sömürgecilik faaliyetine yeniden hız vermişti. Bu
bölgede Süveyş’teki menfaatlerini koruyacak bir savunma sistemi kurma
peşindeydi. Türkiye’yi de NATO’da değil de bu savunma sistemi içinde
görmek istiyordu. Oysa Türkiye için esas olan Amerika’nın ittifakıydı. Bun-
da da ısrarlıydı. Ancak bunu gerçekleştirmek için İngiltere’nin karşıt tutu-
munun ortadan kalkması gerekmekteydi.
Özellikle 1950’de iktidara gelen Demokrat Partinin Türkiye’nin
NATO’ya girişini bir prestij sorunu yaptığına değinilmişti. Aynı yıl Demok-
ratların bu politikalarını gerçekleştirme yoluna girmesini sağlayacak geliş-
meler oldu.
25 Haziran 1950’de Kuzey Kore kuvvetlerinin, 38 nci paraleli aşarak
Güney Kore’nin silahları noksan birliklerine karşı ani olarak hücuma geçme-
leriyle Kore Savaşı başladı. Komünist kuvvetler Seul’a doğru süratle ilerle-
mekteydi. 26 Haziranda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Amerika’nın
isteği üzerine toplandı ve ateşkes emri verdi. Sekizinci Amerikan filosu
Formaza’yı korumakla görevlendirildi. Aynı zamanda ABD Başkanı Truman
Çinhindi’ne ve Filipinlere yapılan Amerikan yardımının artacağını açıkla-

24
.
Diğer yandan Türkiye, Kore Savaşı için Birleşmiş Milletlerin üyele-
rine yaptığı asker gönderme çağrısına Amerika’dan sonra ilk cevap veren
devlet oldu ve Kore’de savaşmak üzere Birleşmiş Milletler emrine bir tuga-
yını gönderdi
25
. Bu konuda Amerikan Büyük elçisi McGhee, “... O sıralarda
Türkiye henüz batılı güçlerden kendi savunmasıyla ilgili herhangi bir taahhüt
alabilmiş değildi... ama kendisi Batıya adanmışlığını kesin biçimde gösterdi.
Menderes hükûmeti, muhalefet partisine hiç danışmadan, Yalova’da yapılan
bir kabine toplantısında Kore’ye, ABD kuvvetleriyle birlikte savaşmak üzere
4500 kişi göndermeyi kararlaştırdı.”
26
demektedir. Muhalefet partileri Ko-
re’ye asker gönderilmesini, Türkiye’nin buna mecbur olmadığını ileri süre-
rek istemiyorlardı. Bu durum, iktidar partisi tarafından tenkit edilmekteydi
27
.
Diğer taraftan bu savaşta Türk askerinin gösterdiği üstün başarı,
Türkiye’nin NATO’ya katılışının yük değil kazanç olacağını ortaya koydu.
Bu konuda İngiliz General Robertson, “... Kore’den tanıdığım subaylardan
bir çok mektuplar aldım. Hepsi samimi olarak Türk askerlerinden derin bir
hayranlıkla bahsetmektedirler... Bir harp olursa Türkiye ve İngiltere’nin
beraber olmaları ve ihtimale karşı hazırlıklı bulunmaları emniyet ve gurur
verici bir keyfiyettir.”
28
diyordu. Kore’de Türk askerinin gösterdiği üstün
başarı, Batı kamuoyunda Türklere karşı bir sempati yarattı ve NATO’ya
girişte etkin bir rol oynadı.
Kore Savaşı’nın diğer bir önemli sonucu da, Amerika’ya elindeki a-
tom üstünlüğü yüzünden o zamana kadar çıkmayacağını düşündüğü bölgesel
savaşların çıkabileceğini göstermesi oldu
29
. Sovyet Rusya Uzak Doğu’da bir
savaş çıkarmaya cesaret ettiğine göre aynı şeyi Doğu Avrupa’da ve hatta
Orta Doğu’da deneyebilirdi. Bütün bu olasılıklar Amerikan yönetiminin
etkin çevrelerinde Türkiye’nin Batı savunması için ehemmiyetini arttırdı
30
.
Türkiye’nin Sovyetler Birliği’ne coğrafi yakınlığı önem kazanmıştı.
Sovyet saldırısına karşı NATO’nun savunacağı hat, Sovyet Rusya ile ilk
temas bölgesinden geçecek, saldırı burada durdurulmaya çalışılacaktı. Bu ise
Türkiye’de sahip olunacak üslerle mümkün olabilirdi. Türkiye nezdinde bu
yolda girişimde bulunuldu. Türk yöneticileri bu isteği tek bir şartla kabul
edeceklerini açıkladılar. O da Türkiye’nin NATO’ya alınmasıydı. En etkin
savunma Türk topraklarından yapılabilir yolundaki stratejik saptama Türki-
ye’nin NATO’ya alınmasında önemli rol oynayacaktı
31
.
Türkiye bu gelişmeler çerçevesinde Ağustos 1950 tarihinde ikinci
müracaatını yaptı. Eylül 1950’de verilen cevap yine olumsuzdu
32
. Bu olum-
suz yanıtta yine İngiltere’nin tutumu belirleyici oldu. Türk yöneticileri bu
duruma tepkiliydi. Bu çerçevede Celal Bayar’ın İngiltere’ye yönelttiği “Bizi
Avrupa medeniyetinden sanmıyor musunuz?”
33
sorusuna ancak bir yıl sonra
yanıt gelecekti. 23 Şubat 1952’de Celal Bayar ile İngiltere Büyük Elçisi
Noel Charles ve İngiltere’nin Orta Doğu Kuvvetleri Baş Komutanı General
Sir Brian Robertson görüşmesinde yukarıdaki soruya verilen yanıtta: “...
Türkiye’nin Avrupa medeniyetinin bir parçası olduğu belirtiliyor ve İngilte-
re’nin Türklerin Kuzey Atlantik Paktı’na alınmasına karşı olmadığı açıklanı-
yordu.”
34
İngiltere’nin bu noktaya gelmesi Amerika’nın ağırlığını koymasıyla
mümkün olmuştu. İngiltere Temmuz 1951’de Orta Doğu Savunma Sistemine
katılması şartıyla Türkiye’nin NATO üyeliğini desteklemek zorunda kaldı.
Kuzey Atlantik Konseyi, 15-20 Eylül 1951 Ottawa’da Türkiye ve Yunanis-
tan’ın NATO’ya katılmalarının Kuzey Atlantik Bölgesinin güvenliğini arttı-
racağı düşüncesiyle üye hükûmetlere -milli meclislerinin tasdik itirazı koşu-
luyla- söz konusu devletleri, anlaşmaya davet etmelerini tavsiye etmek husu-
sunda mutabık kalındığını deklare etti. Yardımcılar Konseyi Türkiye ve Yu-
nanistan’ı Kuzey Atlantik Antlaşmasına katılmaya davet eden bir protokolü
22 Ekim 1951’de Londra’da imzaladı
35
.
Türkiye ile Yunanistan hakkında imzalanan Londra Protokolünün bi-
rinci maddesi gereğince protokolün yürürlüğe girmesiyle ABD Hükûmeti,
bütün taraflar adına Yunan ve Türk hükûmetlerine, bu protokolün 2 madde-
siyle tadil edilmiş şeklini alacak olan Kuzey Atlantik Antlaşması’na katılma-
ları için bir davetiye gönderecekti. Bunu takiben Yunanistan ve Türkiye, ayrı
ayrı katılım belgelerini ABD Hükûmetine ulaştırmalarından itibaren, antlaş-
manın 10 ncu maddesi
36
gereğince Kuzey Atlantik Antlaşmasına taraf ola-
caklardı
37
.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuzey Atlantik Anlaşmasına taraf olması
halinde anlaşmanın 6 ncı maddesi Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinin katılım
belgesini ABD Hükûmetine verdiği tarihten itibaren Londra Protokolünün 2
nci maddesi gereğince Türk topraklarına karşı yapılacak saldırı durumunda:
“Taraflar içlerinden birine veya birkaçına karşı yapılacak silahlı bir tecavü-
zün tarafların hepsine karşı yapılmış bir tecavüz telakki edilmesinde muta-
bıktırlar. Böyle bir tecavüz vaki olduğu takdirde tarafların her biri, Kuzey
Atlantik bölgesinde güvenliği yeniden tesis ve temin için silahlı kuvvetlerin
kullanılması dahil olmak üzere lüzumlu göreceği hareketlere hemen girişe-
rek tecavüze mâruz kalmış taraf ve taraflara yardım edecektir.”
38
hükmünü
taşıyan 5 nci madde yürürlüğe girecekti.
Türkiye’nin NATO’ya girişiyle ilgili kanun tasarısının tartışmaları
sırasında bu konuda Dış İşleri Bakanı Fuat Köprülü: “... Eğer biz, Atlântik
Antlaşmasına, bahsettiğim 6 ncı maddede sayılan yerlere topraklarımızın
kâffesi ilâve edilmeden iltihaka davet olunsaydık, o zaman Türkiye bütün
ülkesiyle Antlaşmaya girmiş olmayacaktı. İşte bundan dolayıdır ki, Antlaş-
mayı imzalayan devletlerin, dostumuz Yunanistan’la birlikte bizim Anlaş-
maya girerken dâvet olunmamız hususunda Eylül 1951’de Ottawa’da topla-
nan Atlântik Konseyinde prensip kararı almaları üzerine, bahsettiğim eksik-
liğin tamamlanması için ayrıca bir belge düzenlenmesi gerekli görülmüştür...
6 ncı maddede, nerelere taarruz edilmesi halinde Antlaşma doğrultusunda
müşterek harekete geçmeyi gerektireceği... Londra protokolünde ortaya ko-
nurken, sayılan ülkeler arasına Türkiye toprakları -kayıtsız ve şartsız olarak-
ilâve edilmiş bulunmaktadır.”
39
diyordu.
Ama muhalefetin bu konuda bazı endişeleri vardı. 1949 Atlantik
Antlaşmasının, ABD Senatosunda tartışmaları yapılırken, iç isyanların dışar-
dan gelen kışkırtma ve ufak ölçüde yardımlarla gerçekleşmiş ve devam etmiş
olmasıyla; ilgilinin dahi bir savaş sebebi saymadığı ufak tefek saldırıların,
antlaşmanın 5 nci maddesini yürürlüğe sokacak türden bir tecavüz sayılma-
yacağı yolunda tespitlerde bulunulmuştu.
Türkiye ve Yunanistan’ın Atlantik Antlaşmasına dahil edilmeleri
konusu ABD Senatosunda görüşülürken birkaç senatör, yukarıdaki durumun
bu ülkeler için de geçerli olacağını vurgulamıştı. İşte Amerika Senatosunda-
ki bu tartışmalar muhalefetin endişelenmesine neden olmuştu. Millet Partisi
adına konuşan Abdürrahman Boyacıgiller: “Sovyet Rusya bizzat değil de
peykleri vasıtasıyla doğrudan doğruya veya çeteler şeklinde Türkiye’ye bir
tecavüz yaptırırsa veya Allah göstermesin İran’ı nüfuzu altına alır da İran
üzerinden Türkiye’ye saldırışlarda bulundurursa, yardım mekanizması oto-
matikman işleyecek ve Türkiye’ye yardım yapılacak mıdır?”
40
“Senatoda cereyan eden müzakere ve münakaşaların bizde bıraktığı
intiba yardım edilmeyeceği şeklindedir... Zira Senatörlerin fikir ve mütalaa-
larına göre, İran veya Sovyet peyki bir devletin bizzat veya çeteler vasıtasıy-
la Türkiye’ye tecavüzler yapılması takdirinde ve tecavüzün de tespiti halin-
de, Antlaşmanın 5 nci maddesi hükmü yürütülmeyecektir... ABD Hükûmeti
de böyle düşünmekte ise bu taktirde Antlaşmaya biz eşit hak ve vecibelerle
girmiyoruz intibaına yol açılır ve bizi endişeye sevk eder...”
41
dedi.
Ancak Dış İşleri Bakanı Fuat Köprülü bu endişelerin son derece
yersiz olduğunu düşünmekteydi ve yukarıdaki soruya verdiği yanıtı: “...
Müsadenizle deminki maruzatımda onlardan neden bahsetmediğimi açıkla-
mayayım. Çünkü bütün bunlar ciddiyetle telakki edilmeyecek evham ve
hayalattan ibarettir ve bir devlet adamı bununla meşgul olamaz arkadaşlar.”
42
şeklinde oldu.
Oysa Kuzey Atlântik Paktı içinde Türkiye’nin durumu stratejik ba-
kımdan bir yalnızlık göstermekteydi. Türkiye Atlântik Paktının en uzak as-
keri kanadını oluşturuyordu. Bu kanat mümkün olduğu kadar kuvvetlendi-
rilmeliydi. Bu sebeple askeri görüşmelere önem verilmesi gerekiyordu.
NATO’ya Türkiye’nin katılmasıyla teşkilatın askeri kudreti ve önemi art-
maktaydı. Bu nedenle Kuzey Atlantik Paktına Türkiye’nin sağlayacağı aske-
ri fayda kadar çıkar da elde edilmesi yolunda gerekli kararlılığın gösterilmesi
gerekmekteydi.
Sorun herhangi bir saldırı karşısında Türkiye’ye yardımın ne kadar
zaman alacağıydı. Türkiye’nin meşru müdafaası ilk andan itibaren müttefik-
lerince hava savunmasıyla desteklenmeliydi. Ama asıl hedefin büyük ölçüde
Türkiye’nin kendi savunmasını sağlayabilmesi olmalıydı.
Yukarıdaki tartışmalardan bir gün önce Amerika Büyük elçisi
McGhee, 17 Şubat sabah saat on buçukta Dış İşleri Bakanını makamında
ziyaret ederek Atlantik Paktı Antlaşmasına taraf olan devletler adına
hükûmetinden aldığı talimata uygun olarak Türkiye’yi NATO’ya katılmaya
resmen davet eden belgeyi Fuat Köprülü’ye takdim etmişti. 43

Bu olay Türkiye’de büyük bir sevinçle karşılandı
44
. Cumhuriyet
“Lizbon Konferansına Resmen Çağırıldık” başlığıyla çıktı. “Pakta eşit hak-
larla iştirake davet edilmiş bulunuyoruz. Dış İşleri Komisyonu dün tasarıyı
ittifakla kabul etti”
45
şeklinde bilgi verildi
.
Bu sevincin nedeni sadece güven-
likle ilgili değildi aynı zamanda ekonomikti. Söz konusu durum basına da
yansıdı. Cumhuriyet Gazetesi’nde, “Türkiye’ye çok yardım yapılması ileri
sürüldü. Bu olay milli zafer havası içinde kutlanıyor.”
46
denilmekteydi. Aynı
zamanda gerek muhalefet gerekse iktidar tarafından NATO demokrasinin bir
teminatı olarak da görülmekteydi
47
.
Diğer yandan bazı politikacıların Kuzey Atlantik Paktına Türki-
ye’nin eşit koşullarla davet edilmeyeceği yolundaki muhalif tutumu basının
eleştirisine neden oldu
48
. Sadece muhalefet yapmak için muhalif davranma-
nın ülkenin çıkarına olan konularda ciddi sakıncalar doğuracağı vurgulan-

49
.
Genel hava bu işten kazançlı olarak çıkan tarafın Türkiye olduğu yo-
lundaydı. Aslında eğer elde edilmiş bir kazanç varsa tek yönlü değildi. İngi-
liz Bakanlarından Sir Harold Macnillon: “... Eğer bu konuşmalar, sadece
dostlarımız Türkler ve Yunanlılarla, kendi menfaatlerinden değil, bizim
menfaatlerimizden bahsetmeye imkan vermişse-çünkü hali hazırda onların
bize yapacakları yardım bizim onlara yapacağımızdan çok daha fazladır- bu
da tabii az şey değildir.”
50
demekteydi.
Gerçekten de özellikle Türkiye’nin Batı güvenliğine katkısı büyük
olacaktı. Türkiye Sovyet Rusya’nın Güney-Batı bölgesi boyunca aşılması
zor olan bir set konumundaydı. Rusya’nın Ortadoğu’ya, Akdeniz’e, Kuzey
Afrika’ya kolaylıkla sızmasına ve doğrudan doğruya müdahale etmesine
engel oluşturmaktaydı. Türkiye bu stratejik noktada bulunmamış olsaydı
Sovyetlerin Ortadoğu’ya ve Kuzey Afrika’ya hakim olması durumunda Batı
Avrupa güneyden sarılmış olacak Akdeniz ve Asya ile olan başlıca ulaşım
yolları kesilecekti
51
. Bir savaş durumunda ise, Rusların Akdeniz donanması-
nın güçlü Karadeniz donanması tarafından hızlı bir şekilde takviye edilmesi-
ni ancak Boğazlara hakim olan Türkiye engelleyebilirdi
52
.
Ancak bütün bunlara rağmen iktidar olayı öylesine büyük bir başarı
olarak görüyordu ki, Kurtuluş Savaşını gerçekleştiren komutanların bir kıs-
mının da mebus olarak bulunduğu parlamentoya, -kanun tasarısının tartışma-
ları sırasında- Demokrat Parti adına konuşan İzmir Milletvekili Cihad Baban
“Arkadaşlarım, biraz sonra reylerinizi vereceksiniz, hiçbir hizmetiniz bu-
günkü tarihi hizmetiniz kadar şerefli ve kıymetli olmayacaktır.”diye hitap
edebiliyordu. Bu sözler meclisten tepki alınca sürçü lisan olduğu ileri sürül-
dü ve “Bu da bütün büyük eserleriniz gibi ve onlardan birisi olacaktır”
53
şeklinde değiştirildi.
Sinan Tekelioğlu görüşmelerin yeterli olmadığını kanun üzerindeki
görüşmelere devam edilmesini istedi. Kemal Türkoğlu ise, “On demokrata
karşı bir müstakil konuştu bunda haksızlık ettiniz” dedi ama bu itirazlara
rağmen yapılan oylamada görüşmelerin yeterli olduğu sonucu çıktı
54
. Türki-
ye’nin NATO’ya girişiyle ilgili kanun tasarısının oylamasına geçildi.
Üye sayısı 487 olan mecliste 410 kişi oylamaya katıldı. 409 evet o-
yuna karşı 1 çekimser oy çıktı. 74 milletvekili oylamaya katılmamıştı. Açık
milletvekilliklerinin sayısı da 3’tü
55
. Böylece tasarı muhalefetin de desteğini
alarak kanunlaşmış oldu.
Bunun üzerine Balıkesir Milletvekili Muharrem Tunçay ve Kütahya
Milletvekili Ahmet Gürsoy’un meclis başkanlığına verdiği takrirde Meclisin
Adnan Menderes Hükûmetine teşekkür etmesi ve Kore şehitleri için iki da-
kika saygı duruşunda bulunulması istendi. Teklifin ilk kısmı meclisten bü-
yük tepki aldı. Kemal Türkoğlu “Meclis Hükûmete teşekkür etmez” dedi ve
söz istedi. Bunun üzerine başka itiraz edenler de oldu
56
.
Meclis bir anda hareketlenmişti. Bu karışık ortamda Başbakan Ad-
nan Menderes söz aldı ve: “... Muhterem arkadaşlar; eser; hiç şüphe yok,
Türk milletinindir! Yine hiç şüphe yok ki, Türk milletinin iradesini tıpkı
Türk milletinin kendisi gibi, en geniş selahiyetle yürütmekte olan sizlersiniz,
binaenaleyh eser sizlerindir. Hükûmete teşekkür, bu itibarla, bahis mevzuu
olmamak lazım gelir... Muhterem arkadaşlar; bu Pakta girişimiz hadisesinin,
memleketimiz için olduğu kadar dünya için de hayırlı ve uğurlu olmasını
temenni ederken heyecanımın daha fazla söz söylemeye müsaade etmediğini
görmüş olmanızı tahmin ederek , özür diliyorum ve huzurunuzdan ayrılıyo-
rum.”diyerek ortamı yatıştırdı. Adnan Menderes şiddetli alkışlar arasında
kürsüden indi. Kemal Türkoğlu’nun bu açıklamasından dolayı Başbakana
teşekkür etmesiyle konu kapandı
57
.
İşte 18 Şubat 1952’de kanun tasarısının mecliste oylanıp kabul edil-
mesiyle Türkiye NATO’ya resmen girmiş oldu. NATO’ya Türkiye Cumhu-
riyeti’nin katılmasına dair 5886 sayılı söz konusu kanunun birinci maddesin-
de: Vaşington’da 4 Nisan 1949 tarihinde imza edilen NATO ile buna ek 22
Ekim 1951 tarihli Londra Protokolü kabul edilmiştir; ikinci maddesinde: Bu
kanun yayımı tarihinde yürürlüğe girer; üçüncü maddesinde: Bu kanunu
Bakanlar Kurulu yürütür
58
hükümleri yer almaktaydı.
Genelde büyük bir olay olarak karşılanan Türkiye’nin NATO’ya gi-
rişi
59
, Türk Amerikan İlişkilerini hiçbir olayla kıyaslanmayacak şekilde etki-
ledi
60
. NATO’ya girişle birlikte, Türkiye ve Amerika arasında geniş boyutlu
siyasi ve askeri ilişkiler kuruldu. Türkiye kraldan çok kralcı kesilerek Batı
savunmasını bölgesel paktlarla güçlendirme yolunda hummalı bir dış politi-
ka takip etmeye başladı.
Atatürk dönemine damgasını vuran “çok yönlü dış politika” ve Ulu
Önderin Türk dış politikasına kazandırdığı “her şeyden önce kendi gücüne
dayanma stratejisi”, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden itibaren terk edil-
meye başlandı. Bu dönemi takip eden süreçte de giderek Batıya endekslen-
di
61
. Türkiye Amerika’nın dünya stratejisinin önemli bir unsuru haline geldi.
Kuzey Atlantik Paktına girişiyle birlikte toprakları üzerinde bu stratejiye
hizmet eden üs ve tesisler kurulmasına izin verilmesi sonucunda kısa sürede
NATO’nun ileri karakolu haline geldi
62
.
Sonuç
Sovyet Rusya’nın İkinci Dünya Savaşı başında sinyallerini verdiği
Türk topraklarına yönelik emperyalist politikaları, savaş sonunda Türkiye
için en ciddi tehdidi oluşturan yeni bir boyut kazandı. Bu tehlike karşısında
Türkiye Rusya ile başa çıkabilecek güçte tek devlet olan Amerika’nın deste-
ğini alma uğraşı içine girdi. Çok da kolay olmayan bir süreç sonunda Türki-
ye’nin NATO’ya girmesiyle Amerika’nın desteği sağlandı.
Böylece Türkiye Sovyet tehlikesine karşı kendisini Batı güvenlik
çemberi içine almış oluyordu ve o noktada bu olay, dış politikada sağlanan
başarılı bir başlangıçtı. Ancak kısa sürede Atatürkçü değerlerden ayrılma
yoluna gidildi. Bu durum Türkiye’nin bölge merkezli politikalar takip etme
inisiyatifini yitirmesine neden oldu ve büyük ölçüde Amerika merkezli poli-
tikaların uygulayıcısı durumuna geldi. Bu ise Türkiye’nin bölgede güvenilir-
liğini sarsan ve zaman zaman Türk ulusal çıkarları aleyhine sonuçlar doğu-
ran gelişmelere neden oldu.
NATO şemsiyesi altında Doğu ile Batı arasında yapıcı köprüler ku-
ran bir tutum da sergilenemedi. Aksine Batının istemleri doğrultusunda
1950’lerde Demokratların, Balkanlarda üstlendiği rol Balkan ülkeleriyle
Türkiye’nin arasını açarak son buldu. Ortadoğu’da üstlenilen rolle de, Sov-
yet Rusya’nın bölgeye girişine zemin hazırlandı. Tabii ki, bunda İngilte-
re’nin bölgeye bıraktığı mirasın payı büyüktü.
Türk Hükûmetinin, içinde bulunduğu bu etkinliklerden beklentisi
daha fazla ekonomik yardım alabilmekti. Çünkü 1953’te Sovyet Rusya ön-
ceki politikasından geri adım atmış Türkiye’ye barış eli uzatmıştı. Ama Rus-
ya’nın bu eylemi Türk idarecileri nezdinde inandırıcı olmadı. Türkiye, öde-
me gücünün üzerinde borçlanmaya gitti. Mustafa Kemal Atatürk’ün bütünsel
bağımsızlık ilkesi gözden uzak tutuldu hatta sonuçlarına baktığımızda en
önemli unsur olarak ortaya çıkan ekonomik bağımsızlık göz ardı edildi ve
Türk ekonomisi bir krizden diğerine sürüklenen uzun ve sonu gelmeyen bir
döneme girdi.



kaynaklar:
* Uludağ Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi.
1
Bu konuda Dış İşleri Bakanı Şükrü Saraçoğlu basına verdiği demeçte: “Size Sovyet mem-
leketinden iyi havadisler getireceğimi umuyorum” diyerek anlaşma konusunda ümitli ol-
duğu izlenimini veriyordu. Ulus, 23 Eylül 1939; Başbakan Refik Saydam ise, Mecliste
yaptığı konuşmada Türkiye’nin tarafsız politikasına sürdüreceğine değinerek, “ Komşu-
muz Sovyet İttihadı ile münasebatımız dostanedir ve dostane kalacaktır. (Bravo sesleri al-
kışlar)” diyordu. Ulus, 12 Eylül 1939; bu konuşma ile ilgili olarak bkz. F.R. Atay, “ Harp
ve Türkiye” Ulus, 13 Eylül 1939, Atay, yazısında Başbakanın konuşmasını değerlendirip
tasvip ediyor.

2
Olaylarla Türk Dış Politikası (1919-1973), (kollektif eser), 4. Baskı, A.Ü. Yayını, Ankara
1977, s. 200. Bundan sonra bu eser OTDP şeklinde kısaltılmış olarak gösterilecektir.)

3
F. Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi 1914-1980, 2. Baskı, Tisa Matbaası, Ankara 1984,
s. 441-442.
4
O. Sander, Türk-Amerikan İlişkileri 1947-1964, Sevinç Matbaası, Ankara 1979, s. 11.
5
Age, s. 207.
6
Bu konuda, Erol Mütercimler şu saptamayı yapmaktadır: “...Aslında 1938’den sonra
başlayan ‘ulusalcılıktan’ sapış, DP dönemi dış politika uygulamasıyla tamamen dışarıda
bir ‘merkez’ seçişe yönelmiştir...Truman Doktrini uyarınca bağıtlanan 12 Temmuz 1947
tarihli anlaşma, Türkiye’ye ‘Komünizm sızması’ olursa kullanılacak, ama, başka
(ABD’nin onaylayacağı Türkiye düşmanı) bir saldırı olursa, yardım kapsamındaki mal-
zemeler kullanılmayacaktı. Bu anlaşmanın belirttiği ve Türkiye’nin kabul ettiği ‘ambar-
go’, cumhuriyetin kuruluşunda Kemalizm’in öz çıkış konsepti olan ‘Müdafaa-i Hukuk’tan
(Kuva-yı Milliye ruhunun somutlaştırılması) tam bir sapış olan bu ikili antlaşma ve sonra-
sı gelişen olaylar (Kore’ye asker gönderiliş, NATO’ya giriliş), hem ‘tehdit unsurlarının’
hem de ‘ulusal savunma stratejisinin’ tanım ve belirlenişinde Ankara merkezli değil,
Bürüksel ve Washington merkezci harekete tam bağımlılık getirmiştir. Bunun doğal sonu-
cu olarak da ‘harekat alanları’ Türkiye’nin belirleyeceği ‘çevrede’ değil, NATO’nun sap-
tadığı genel savunma doktrini... çerçevesinde belirlenen ve belirlenecek olan çevresel/dış
tehdit unsurlarına göre saptanmıştır.” E. Mütercimler, “1923’ten 1998’e Tehdit Unsurları
ve Savunma Stratejileri” Cumhuriyet 1923-1998 II, Siyasal Değerlendirme, Yeni Türkiye
Yayını, 1998 Ankara, s. 1538.
7
Atatürk dönemi Türkiyesi Batıda da hayranlık uyandırmaktaydı. Ünlü İngiliz Edebiyatçısı
G.Bernard Shav: “Tehlikeyi görünce Çörçil’in eteklerine yapıştık. Başka memleketler A-
tatürk’ün, Hitlerin, Lenin’in idaresinde inkılaplar yaparken biz uyuduk.” diyordu. Vatan,
14 Haziran 1941.
8
OTDP, s. 226-227; Amerika’nın bu tutumu karşısında Türkiye, yatıştırıcı bir politika
izledi. İnönü: “...biz Türkler, ülkeler arasındaki dostluğun geçici menfaatler üzerine değil,
fakat ortak ve sarsılmaz prensipler üzerinde istinat ettiğine inanıyoruz” diyordu. Cumhu-
riyet, 23 Haziran 1964; Türkiye’nin Amerika’ya bağlılık politikasına eleştirel bir yaklaşım
için bkz. Çetin Altan, “Kabahat Amerika’da Değil Bizdedir”, Milliyet 29 Ağustos 1964;
Abdi İpekçi, “Görüntüyü Azaltmak”, Milliyet 19 Mayıs 1970; A. Şükrü Esmer, “ Uyduluk
Siyasetine Son”, Milliyet 24 Aralık 1965.
9
Rusya’nın siyasi manevraları Arnavutluk, Bulgaristan, Romanya, Doğu Almanya, Polon-
ya, Macaristan ve Çekoslovakya’yı Rus hakimiyetine soktu. 1.400.000 kilometre kare ve
yaklaşık 87 milyon nüfus ve Rusya’nın milli gelirinin yarısına eşit geliri olan ülkeler sa-
vaşsız Rusya’ya dahil edilmişti. Sonra askeri iktisadi ve siyasi antlaşmalarla bu ülkeler
birbirlerine ve Moskova’ya sıkı sıkıya bağlandılar. 1943 ile 1949 yılları arasında bu tür 23
antlaşma yapıldı. E. Z. Apaydın, NATO’nun Tarihçesi, s. 5.
10
OTDP, s. 229-230. Ayrıca bkz. G. S. Harris, Troubled Alliance, Turkish-American
Problems in Historical Perspective, 1945-1971, Washington, D. C. 1972.
11
Bu konuda bkz., NATO İle İlgili Kanun ve Antlaşmalarımız, Yıldız Matbaacılık Ankara
1957; Paktın orijinal ismi: North Atlantik Treaty Organisation (NATO)’dır.
12
Cumhuriyet, 4 Nisan 1949; Cumhuriyet Gazetesinde “Paktı imzalayan devletlerin nüfusu
332.439.000 iken Rusya ve peykleri ise, 274. 739.000 nüfusa sahiptir.” denilerek NATO
devletlerinin nüfus üstünlüğüne dikkati çeken bir vurgu yapılıyordu. Cumhuriyet, 5 Nisan
1949; 2002 yılı itibarıyla NATO’ya üye ülkeler şunlardır: Amerika, İngiltere, Fransa, Al-
manya, İtalya, İzlanda, Belçika, Kanada, Lüksemburg, Hollanda, Norveç, Danimarka,
Türkiye, İspanya, Portekiz, Yunanistan 1999’da üye olan ülkeler ise, Çek Cumhuriyeti,
Macaristan, Polonya’dır. Ayrıca içinde Rusya’nın ve Türk Cumhuriyetlerinin de bulundu-
ğu 27 ülke de Avrupa-Atlantik Ortaklık Konseyine üyedir. NATO Dergisi, Editör:
Christopher Bennett, Mas Matbaacılık Sonbahar 2001, s. 34. (NATO Dergisi, İngilizce dı-
şında düzenli olarak Fransa, Almanya, İtalya ve Hollanda, Çek, Danimarka, Norveç, Tür-
kiye, Yunanistan, Macaristan, Polonya’da kendi dillerinde yayımlanır.); 19 NATO ülke-
siyle Rusya arasında Rusya ve NATO’yu ilgilendiren güvenlik konularında iki tarafın iş-
birliği için hukuksal ve siyasi zemini oluşturan “NATO-Rusya Ortaklık Konseyi”nin ku-
rulmasını öngören “Roma Bildirgesi” 28 Mayıs 2002’de imzalandı. Milliyet, 29 Mayıs
2002.
13
Türkiye’nin stratejik durumu nedeniyle bugün de durum değişmiş değildir. Türkiye
1999’da Gayri Safi Milli Hasılasından savunmasına % 5.5’lik bir oran ayırarak NATO ül-
keleri arasında ilk sırada yer almakta. Bu oran 1994’te %3.2 idi. Yunanistan ise 1994’te %
5.7 ile ilk sırada 1999’da ise % 5.0’ la Türkiye’nin hemen arkasında yer almakta. NATO
Dergisi, Sonbahar 2001, s. 34. Daha geniş bilgi için bkz. The Military Balance 1995-
1996, International Institute Strategic Studies, London; The Military Balance 2000-2001,
International Institute Strategic Studies, London.
14
TBMM Tutanak Dergisi, C. 13, Dönem: IX, TBMM Basımevi, Ankara 1952, s. 320-322.
15
Age, s. 316.
16
Ali Halil, Atatürkçü Dış Politika ve NATO ve Türkiye, Gerçek Yayınevi, İstanbul 1968, s.
114. ABD 1951 ve 1952 yılı bütçelerinin % 58’ini askeri masraflara ayıracaktı. L. Ismay,
NATO İlk Beş Sene 1949-1954, Çev. Suat Bilge, TTK Yayını, Ankara 1956, s. 40; Bu ko-
nuda bir yazar: “Sovyetlerin 200 tümenine karşılık NATO üyeleri verdikleri kontenjanlar-
la, bütün yüksek kademe yöneticileri ABD’li olan NATO kanalıyla ulusal geleneklerinin
ötesinde bir askeri bütünleşmeye mahkum kılınmışlardır. ABD Sovyetler Birliğinin
1949’da ilk atom bombalarını patlatmalarının yarattığı olağanüstü koşullardan yararlana-
rak, bu ülkeler içinde geniş bir kara, deniz ve hava üsleri şebekesini yaymak fırsatını da
bulmuştur. Üsler, 1960’larda balistik füzelerin çok geliştiği ana kadar ABD’yi Sovyet
Rusya ile karşı karşıya kalmaktan kurtarmış ve savaşın cehennemine ilk elde üs sağlanan
toprakları atmıştır.” demektedir. Ali Halil, age, s. 113.
17
TBMM Tutanak Dergisi, C. 13, Dönem: IX, s. 331-335.
18
Age, s. 321-322.
19
Age, göst. yer.
20
Age, göst. yer.; Konuşmasına. “... Hakikat şudur ki, Halk Partisi iktidarı, Atlantik Paktı
mevzuunda Demokrat Partiye her hangi bir hazırlık bırakmış olmayıp bu, tamamen yeni
iktidar tarafından ele alınmış, azimle ve maharetle işlenmiş ve mesut bir neticeye ulaştı-
rılmış bir eserden ibarettir....” şeklinde devam edecektir. Age, göst. yer.
21
OTDP, s. 234-235.
22
TBMM Tutanak Dergisi, C. 13, Dönem: IX, s. 318-319.
23
OTDP, s. 236.
24
L. Ismay, age, s. 31. (Ruslar Konseyde yoktu.)
25
Bkz. H. Bağcı, “Türkiye’nin NATO Üyeliğini Hızlandıran İki Önemli Faktör: Kore Sava-
şı ve ABD Büyükelçisi George McGhee”, ODTÜ Gelişme Dergisi, C.18, No: 1-2, 1991,
s. 1-35.
26
G. McGHEE, ABD-Türkiye-NATO-Ortadoğu, Çev. Belkıs Çorakçı, Bilgi Yayınevi, İstan-
bul 1992, s. 142.
27
TBMM Tutanak Dergisi, C. 13, Dönem: IX, s. 327.
28
M. Saray, Sovyet Tehdidi Karşısında Türkiye’nin NATO’ya Girişi III. Cumhurbaşkanı
Celal Bayar’ın Hatıraları ve Belgeler, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 2000,
s. 111.
29
O. Sander, Balkan Gelişmeleri ve Türkiye (1945-1965), Sevinç Matbaası, Ankara 1969, s.
90; Ayrıca bkz. L. S. Kaplan, NATO’s Long Entanglement: NATO’s First Fifty Years,
Praeger, 1999. On iki makaleden oluşan bu çalışma NATO’nun tarihçesi konusunda ya-
pılmış en ciddi eserler arasında ilk sıralarda yer alır.
30
Ö. Kürkçüoğlu, Türkiye’nin Arap Orta Doğusuna Karşı Politikası, 1945-1970, Siyasal
Bilgiler Fakültesi Yayını, Ankara 1972, s. 42; Bu konuda NATO İkinci Komutanı Mare-
şal Montgomeri: “Kuzey Atlantik Paktı Avrupa’yı savunmak için kurulmuştu. Bu doğru...
Türkiye’de buna girmek istiyordu. Bu da iyi... Bütün mesele, Avrupa’nın hudutlarında idi.
Biz dedik ki, Avrupa’nın hududu, Türkiye’nin kuzey sınırı Kafkas dağlarına dayanır.
Böyle olunca da güçlük ortadan kalktı” demektedir. M. Saray, age, s. 113.
31
O. Sander, age, s. 57-58.
32
OTDP, s. 237.
33
12 Şubat 1951 ABD Dış işleri Bakanı Muavinlerinden Mr. McGhee, Celal Bayar görüş-
mesi. M. Saray, age, s. 99, 103.
34
Age, s. 107, 112; Celal Bayar bu konuda: “İngiltere’nin bu cevabından sonra ABD’liler
Dış İşleri Bakanlığımızdan sordular: ‘Siz NATO’ya gireceksiniz. Peki Yunanlılar ne ola-
cak?’ ‘Yunanlıların girmesi politikamızı kuvvetlendirir. Akdeniz’de emniyet ve asayişi-
mizi daha güçlü yapar. Girmelerini temenni ederiz.’ ” şeklindeki olaya yer vermektedir.
Age, göst. yer.
35
L. Ismay, age, s. 40, 187; 4 Mart 1952’de General Dwight D. Eisenhower, NATO Baş-
komutanı olarak Türkiye’ye resmi bir ziyaret yaptı. Eisenhower Türkiye’nin ekonomik
durumuyla ilgili düzenli aralıklarla raporlar istediğini bu sayede Türkiye’nin askeri çaba-
larını sıkıştırmaktan kaçınabileceğini belirtti. Ziyaret kısa süreliydi, ama Bayar’la
Eisenhower çok iyi ilişkiler içindeydiler. Bu ziyaret, Türkiye’nin NATO’yla ve ABD ile
ilişkilerini daha da güçlendiren önemli etkiler sağladı. McGhee, s. 161-162; Geziyle ilgili
fotoğraflar için bkz. Hayri Bars, NATO Teşkilâtı ve İdare eden Büyük Kumandanların
Memleketimizi Ziyareti, 403 Sayılı Donanma Dergisinin Ekidir, İstanbul 1953.
36
Madde 10’da: “Taraflar Anlaşma prensiplerinin gelişmesine ve Kuzey Atlantik bölgesinin
güvenliğine yardım edebilecek durumdaki diğer her Avrupa devletini Anlaşmaya iltihaka,
oy birliği ile davet edebilirler. Bu suretle davet olunan her devlet kendi iltihak vesikasını
ABD Hükûmetine tevdi etmekle Anlaşmaya taraf olabilir. ABD Hükûmeti her iltihak ve-
sikasının tevdiğinden taraflardan her birini haberdar eyleyecektir.” L. Ismay, age, s. 19.
37
Age, s. 20.
38
Age, s. 13; Anlaşmanın tam metni için bkz. Age, s. 17-19; söz konusu protokolde 2 nci
Maddenin ilgili fıkraları şöyleydi: “Madde 2 (i): Taraflardan birinin Avrupa veya Kuzey
Amerika’daki ülkelere yahut Fransa’nın Cezayir vilayetine, Türkiye ülkesine yahut Kuzey
Atlantik bölgesinde Seretan medarının kuzeyinde olup taraflardan herhangi birinin hakkı
kazasına tabi bulunan adalara , (ii)Taraflardan herhangi birinin işbu ülkelerde veya bu ül-
keler üzerinde yahut Avrupa’nın, Anlaşma yürürlüğe girdiği tarihte, taraflardan herhangi
birinin işgal kuvvetlerinin konaklamış olduğu diğer herhangi bir bölgesinde veya Akde-
niz’de yahut Seretan medarının kuzeyinde kalan Kuzey Atlantik bölgesindeki kuvvetleri-
ne, gemilerine veya uçaklarına yapılan bir silahlı tecavüz addedip 5 nci maddenin tatbiki-
ni icap ettirecektir.” Age, s. 21.
39
TBMM Tutanak Dergisi, C. 13, Dönem: IX, s. 314. (Metin sadeleştirilmiştir.) Köprülü
konuşmasını “... maksadımızın tahakkukunda çok müessir ve değerli yardımlarda bulun-
muş olan Birleşik Amerika ile, kıymetli müzaheretlerini gördüğümüz İngiltere ve Fran-
sa’ya ve Atlantik Antlaşmasının içinde mukadderatımızı birleştireceğimiz diğer üyelere
şükran hislerimizi ifade etmek isteriz.” diyerek tamamladı. Age, s. 315.
40
Age, s. 324-326.
41
Age, göst. yer.; Türkiye’nin NATO’ya girişini Senatörlerden Albay Cain, Cari Mundt ve
Hulbright desteklemiştir. Age, s. 328.
42
Age, s. 324-326.
43
Milliyet, 18 Şubat 1952; Londra Protokolünün 3 ncü maddesi gereğince bu protokol,
Kuzey Atlantik Antaşmasına taraf olan devletlerin her biri onay belgelerini ABD
Hükûmetine tebliğ etmesiyle yürürlüğe girecekti. ABD Hükûmeti ise, bu onay belgelerin-
den her birinin alındığı tarihi ve bu protokolün yürürlüğe girdiği tarihi Kuzey Atlantik
Antlaşmasına taraf olan bilumum devletlere bildirecekti; L. Ismay, age, s. 20; Protokolün
4 ncü maddesinde ise: “Fransızca ve İngilizce metinleri, aynı derecede muteber olan işbu
protokol, ABD Hükûmeti Hazine-i evrakına tevdi olunacaktır. Mezkur hükûmet protoko-
lün musaddak suretlerini Kuzey Atlantik Anlaşmasına taraf olan diğer bilumum devletlere
verecektir.” deniliyordu. Age, s. 21.
44
Ancak deneyimli siyasetçiler bu konuda temkinli konuşmaktaydı. Ali Fuat Cebesoy (Es-
kişehir): “Ben, bugünkü başarıyı çok ehemmiyetli ve şümullü addediyorum. Fakat hiçbir
vakit başarılı bir başlangıç olduğunu unutmamalıyız Pakt organizasyonu içerisinde müte-
madiyen ve dirayetle çalışamazsak bugün elde ettiğimiz başarının derecesini azaltmış olu-
ruz.” demekteydi. TBMM Tutanak Dergisi, C. 13, Dönem: IX, s. 336-337.
45
Cumhuriyet, 17 Şubat 1952.
46
Cumhuriyet, 19 Şubat 1952.
47
TBMM Tutanak Dergisi, C. 13, Dönem: IX, s. 313-329.
48
Cumhuriyet gazetesinde, “Bazı politikacılarımız muhalefet etmiş olmak için menfi bir
ruhla ve sadece dedikoduya dayanarak yaptıkları iddialara rağmen Türkiye pakta eşit hak-
larla girmiş bulunuyor.” denilmekteydi. Cumhuriyet, 18 Şubat 1952.
49
Ama hukuki eşitlik olsa da teşkilatta kuruluşundan bugüne kadar hakim gücün ABD
olduğu açıktır. Bunun en son örneği NATO’nun tarihinde ilk defa olarak 5 nci maddenin
yürürlüğe girdiği “Afganistan Operasyonu” dur. “Operasyonun karargahı, Florida’daki
Tampa’dadır. Le Monde muhabiri Sylvie Kauffmann oradaki durumu şöyle anlatmakta-
dır: ‘Karargahın bir, Merkezi Komuta (CentCom) bölümü vardır. Afrika’dan Orta As-
ya’ya kadar uzanan bir bölgedeki askeri harekatın sorumlusu Amerikalı General Tommy
Franks orada bulunmaktadır. Bir de, onun karşısında, koalisyon üyesi ülkelerin askeri irti-
bat heyetlerine ayrılmış bina. Onların mensupları CentCom’a asla alınmamaktadırlar. Bu-
nun tek istisnası İngiliz komutanlardır.’ Bilindiği gibi, ABD’nin daveti üzerine askeri irti-
bat heyeti göndermiş müttefikler arasında Türkiye de vardır.” Milliyet, 6 Ocak 2002, Me-
tin Toker, “Bin Yıllık Reich ve Pax Americana” başlıklı yazı.
50
TBMM Tutanak Dergisi, C. 13, Dönem: IX, s. 336.
51
J. R. Huntlev, NATO Hikayesi, Türkçesi: E.T.Ç. Yarın Yayınları, Ankara 1969, s. 73.
52
Age, s. 74; Türkiye, NATO’ya, her yıl brüt milli gelirden % 5 aktarıyordu. Cumhuriyet,
22 Aralık 1960.
53
TBMM Tutanak Dergisi, C. 13, Dönem: IX, s. 331-335.
54
Age, s. 338.
55
Age, s. 343; Oya katılan ve katılmayanların tam listesi için bkz. Age, s. 343-346.
56
Age, s. 338-339.
57
Age, s. 340.
58
Age, s. 338-339; Ali Halil, age, s. 27; L. Ismay, age, s. 190.
59
NATO İle İlgili Kanun ve Antlaşmalarımız, Yıldız Matbaacılık, Ankara 1957, s. 21; Ü.
Haluk, “NATO ve Türkiye”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C.
22, No: 4, 1967, s. 143-167.
60
Bkz. F. Armaoğlu, Belgelerle Türk Amerikan Münasebetleri, TTK Yayını, Ankara 1991;
G. S. Harris, age
61
Atatürk sonrası dönemde Türkiye’nin izlediği ABD’ye bağımlı politika için bkz. Feroz
Ahmad, “The Turkish Experiment in Democracy 1950-1975, Londra: The Royal Institute
of International Affairs, 1977; Ayrıca bkz. N. Uslu, “Türk Dış Politikasında Uyduluk İd-
diaları Dönemi”, Cumhuriyet 1923-1998 II, Siyasal Değerlendirme, Yeni Türkiye Yayın-
ları, 1998 Ankara, s. (1469-1485); Cumhuriyet Dönemi Türk Dış Politikası için bkz.,
Çağdaş Türk Diplomasisi: 200 Yıllık Süreç, Ankara, 15-17 Ekim 1997 Sempozyuma su-
nulan tebliğler, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1999, s. 257-763.
62
Bkz. H. Ülman, “NATO: Bir Blanço”, Ulus, 17 Aralık 1967, s. 2; soğuk savaş ve soğuk
savaş sonrası dönemi içine alan süreçte NATO’nun etkinliği ve gücü için bkz. David,
Yost S., NATO Transformed The Alliance’s New Roles in International Security, United
State Institute of Peace Press, Washignton D. C. 1998; bu durum tepki yarattı. “Antlaşma
20 yıl yürürlükte kaldıktan sonra taraflardan her biri eğer isterse ABD Hükûmetine başvu-
rarak ittifaktan ayrılmak isteyebilir ve bir yıl sonra ittifaktan ayrılır.” hükmünü taşıyan 13
ncü maddesi gereğince diğer isteyen devletler ve eğer isterse Türkiye NATO’dan ayrılabi-
lecekti. 20. yıl 1969’da tamamlanıyordu. Bu tarihe yaklaşıldığı süreçte, sol kesim Türki-
ye’nin NATO’dan ayrılması için büyük bir kampanya başlatacaktı. Ali Halil, age, s. 33; İ.
Giritli, Neden NATO’ya Evet, Ak Yayınları, İstanbul 1968; s. 7-15; T. Ataöv, “Türkiye
Amerika’nın Tekelinde Olan NATO’dan Çıkacaktır.”, Forum, C. 20, No: 335, 15 Mart
1968, s. 12-14; Ulusal Bağımsızlık İçin NATO’ya Hayır, Türkiye İşçi Partisi Yayınları,
No: 18, 1978; B. Boran, “NATO’dan Niçin Çıkmalıyız”, Forum, C. 20, No: 335, 15 Mart
1968, s. 8-10.

Hiç yorum yok: