DivShare

18 Mayıs 2009 Pazartesi

IMF Tehdidi Altındaki Türkiye

Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomi gerçeğini ince detaylarıyla değerlendiren Kanada'lı iktisatçı'dan çarpıcı notlar.Günümüzdeki krizin detayları hakkında bize genel bir fikir vermesi açısından hayli ilginç ve bir o kadarda günümüze atıfda bulunuyorki mutlaka kulak verilmeli.Ekonominin iyiye gittiği yönünde ciddi açıklamalar yapan hükumet bu krizle birlikte gerçek yüzünü göstermek zorunda kalmıştır.Devletin içinde bulunduğu zaafiyetlerin artık saklanamadığı, reel olarak ifade edilen rakamların hayal olduğu yavaş yavaş ortaya çıkmakta ve önü alınamamaktadır.Bunun ilk sinyalini ilaç kriz'i olarak ele alabiliriz.Diğeri ise hazırlanmakta olan sendikalar yasası olacağına hiç şüphe yok.Bariz olan tek şey ülkenin ayakta kalmasını sağlayan ekonominin IMF tarafından yönetiliyor olması.En uzak ihtimalle milli politikalar uygulanamıyor.

Krizlerin arkasındaki IMF

Kanadalı iktisatçı Prof. Dr. Michel Chossudovsky 10 Aralık - 23 Aralık 1998 tarihleri arasında Türkiye'deydi. Michel Chossudovsky İstanbul ve Ankara'da Özelleştirmeye Karşı Kurultay'a katıldı, Zonguldak ve Bursa'da konferanslar verdi. Le Monde Diplomatique dergisinin yazarı olan Profesör Chossudovsky, aynı zamanda IMF ve Dünya Bankası paketlerine karşı demokratik kitle örgütleri ve sendikaların yürüttükleri uluslararası kampanyalarda aktif olarak yer alan bir eylemci


Bu aralar yakın tarihin en büyük ve en etkili ekonomik dünya krizlerinden
birisinin içinde yaşıyoruz; bu, 1929-30'lu yılların krizi ile karşılaştırılabilir. Bu krizin
nedeni, 1980'lerden beri Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası tarafından piyasaya
sürekli müdahaleler yapılmış olması. IMF'in 1980'lerin başlarından beri dünyapiyasasına bu müdahaleleri, dünya ölçeğinde çok geniş nüfus katmanlarını yoksullaştırdı.
1980'lerin başında Uluslararası Para Fonunun az gelişmiş ülkelere dayattığı
düzeltim, ulusal paraların değerinin düşürülmesi biçimindeydi; bu Türkiye'de
de uygulandı. Bunun sonucu enflasyon, hayat pahalılığının artması ve
sabit gelirlerin değerinin düşmesi oldu. Bunalımın başında ülkelerin borç yükünün
artması bulunmakta; borçlar biriktikçe ülkeler bunları ödeyebilmek
için IMF'ye başvurmak zorunda kalıyorlar; Uluslararası Para Fonunun dayattığı
programlar karşılığında Uluslararası Para Fonuna borçlarını ödeyebilmek
için yeniden borçlanma olanağını bulabiliyorlar. Bu arada, Türkiye de çok
borçlanmış ülkeler arasında sayılıyor. Bildiğimiz gibi, Türkiye'nin 100 milyar
dolara yaklaşan bir dış borcu bulunuyor.
IMF'nin kendi koşullarını nasıl dayattığını size anlatmak istiyorum. Örnek
olarak Türkiye'ye, bakalım; Türkiye'nin, dediğimiz gibi 100 milyar dolar dolayında
dış borcu vardır. Türkiye bankalardan ve Batılı hükümetlerden kaynaklanan
bu borcun gereklerini yerine getirememe durumundadır. Getiremeyince
de, bu sefer ödemelerin durdurulması tehlikesi doğmaktadır. Bu duruma
düşmemek için IMF'ye başvurmakta, IMF de buna dayanarak, kendi koşullarını
Türkiye gibi ülkelere dayatmaktadır.
Şimdi ben, diyelim ki, Uluslararası Para Fonuyum, elimde de 5 milyar dolarlık
çek var -gördüğünüz gibi- bunu gösteririm, karşılığında da bir yapısal
uyum programı dayatırım. Uluslararası Para Fonu olarak bu parayı size verdiğimi
ve sizin de Türkiye Hükümeti'nin Maliye Bakanı olduğunuzu varsayalım.
Bu çeki vermenin karşılığı olarak sizinle bir borç sözleşmesi imzalarız
ve bu sözleşmenin birtakım koşulları vardır. Birinci koşul da, sizin sıkı para
politikası uygulamanızdır ve dolayısıyla harcamalarınızdan kesinti yapmanızdır.
Bu ne anlama gelmektedir? Bu, okulların kapanması, hastanelerin ka
panması anlamına gelmektedir. Bu, iktisadi devlet kuruluşlarının özelleştirme
yoluyla elden çıkarılması anlamına gelmektedir ve buna koşut başka anlamlara
gelmektedir.
Bu koşulların resmen kabulünden önce, önkoşul olarak Uluslararası Para
Fonu bir devalüasyon dayatmakta ve ülkenin sanayii kuruluşlarına verilen
kredilerin dondurulmasını şart koşmaktadır. Bu da, sanayiye yönelik kredilerin
faizlerin birden fırlamasına, yükselmesine yol açmaktadır; bunun sonucu
da, bir dizi iflas biçiminde ortaya çıkmaktadır.
Şimdi ben, Maliye Bakanınıza 5 milyar doları veriyorum; ne var ki, borçlanma
sözleşmesini de imzaladık. Türkiye'nin biriken borçlan, diyelim 10
milyar dolardır. O zaman ben, hemen bu 5 milyar dolan geri alıyorum, sizin
yine bana 5 milyar dolar borcunuz vardır.
Yapısal uyum çerçevesinde yapılan borçlanmanın ne anlama geldiğini
açık seçik görmek lazım. Bu, somut olarak sıcak paranın, daha doğrusu elle
tutulur paranın ülkeye gelmesi demek değildir. Bu, kurgusal bir şeydir, sanal
bir şeydir; ülkeye sadece kendi eski borçlarından doğan yükümlüklerini, yani
anapara ve faiz ödeme yükümlülüklerini yeniden düzene sokma olanağı
veren bir sözleşmeden başka bir şey değildir.
Şunu anlamak çok önemli: Bu dayatılan borç sözleşmelerinin hükümleri,
borç alan ülkeye çok ayrıntılı koşullar dayatmaktadır. Diyelim ki, bütçenden
şu ölçüde önemli oranda kısıntı yapacaksın. Diyelim ki, bazı mali kuruluşları
ya da sınai kuruluşları, kamu kesiminden özel kesime, özelleştirme yoluyla
aktaracaksın. Diyelim ki, sanayicilerine kredi musluklarını kısacaksın,
böylece sanayi kuruluşlarının arka arkaya iflas etmesine yol açacaksın. Diyelim
ki, çiftçilerine yaptığın yardımları kısacaksın, gümrük duvarlarını indireceksin
ve böylece yabancı malların senin pazarlarını serbestçe istila etmesine
olanak sağlayacaksın.
Bu konu görünüşte biraz teknik gibi görünebilir: para arzını dondurduğunuz
zaman, yani, ülkenin para yaratma olanaklarını kapadığınız zaman bunun
sonucu ödemelerin durdurulması oluyor; yani, ücretlerin artık ödenememesi
oluyor, sosyal programların, toplumsal yardım programlarının uygulanamaması
oluyor. Kısacası, üretim yapısının çökmesi, bir dizi kurumun çökmesi
oluyor.
Bu arada şunu da belirteyim ki, bu türden bir koşul Türkiye ile Uluslararası
Para Fonu arasında 1998 Haziran ayında varılan anlaşmada da vardır; yani,
Türkiye Hükümeti, belli programlarını finanse etmek için Merkez Bankasından
serbestçe para çekme olanağına sahip değildir. Bunun iki sonucu vardır:
İlki okulların, hastanelerin, ve bunlar gibi kuruluşların kapanması; ikincisi
ise devletin para bulabilmek için özel kaynaklara başvurması, yani, devletin
borç yükünün hızla artmasıdır.
Güneydoğu Asya'da ulusal paraların üzerinde yapılan spekülasyon sonucu
ortaya çıkan bunalımın bu bölgeyle sınırlı olduğu iddia edilmiştir. Bu doğru
değildir; bu tür spekülasyonlar, dünyanın başka bölgelerinde de ortaya çıkmaktadır.
Türkiye'yi örnek vermek isterim, Türkiye, Rus rublesinin çöküşünden
sonra izleyen aylarda aşağı yukarı 6 milyar dolarlık bir sıcak para çıkışına
uğramıştır.
Şimdi size Türk Merkez Bankasını takdim etmek istiyorum. Bu bardağımız
Türk Merkez Bankası olsun, yakın geçmişe kadar Merkez Bankasının
elinde 25 milyar dolarlık döviz rezervi vardı. Türkiye'de birtakım mali kuruluşların
bireylerin ve yabancıların elindeki yabancılardan gelen sıcak para,
geniş ölçüde suç oluşturan eylemlerden kaynaklanan sıcak paradır. Bu paralara
sahip olanlar, Türk Liralarından kurtulup Merkez Bankasının elindeki
döviz rezervlerine el koymayı arzu etmektedirler.
Olay şudur: IMF, Türkiye'nin bir kambiyo kontrolü koymasına izin vermemektedir,
sermaye hareketlerinin denetlenmesine izin vermemektedir. Çeşitli
yollardan ülkeye gelen paraların bir bölümü kaynağı suç olan paralardır;
ama, sadece bireylerin elindeki paralan kastetmiyorum, mali kuruluşların ellerindeki
paralan da kastediyorum. Bunlar birleşince bu süre içinde Merkez
Bankası döviz rezervlerinden 6 milyar dolara el koymuş oldular.
Kısacası birkaç haftalık bir süre içinde, Merkez Bankasının döviz rezervlerinden
6 milyar dolar özelleştirilmiş oldu. Bu da, Merkez Bankasını bu ölçüde
yabancı alacaklıların etkisi altına, buyruğu altına soktu. Şu tehlike vardır:
Önümüzdeki birkaç hafta içinde bu süreç devam edebilir, ülke dışına para
kaçışı görülebilir, Türk Lirasının değeri üzerinde baskı artabilir, önünde
sonunda da ulusal egemenliğin aracı olan Merkez Bankası da bu niteliğini yitirmiş
olur.
Sonuç şudur: Merkez Bankasının egemenliğini yitirmemesi için uğraşmalıyız.
İkincisi; Merkez Bankasının demokratikleşmesi içinde uğraşmalıyız
ki, demokratikleşen Merkez Bankası ülkenin ihtiyacı olan iktisadi ve sosyal
gelişme programlarını finanse edebilsin ve böylece IMF'nin ve Dünya Bankasının
dayatmaya çalıştığı koşullara kafa tutulabilsin.

Hiç yorum yok: