DivShare

21 Mart 2010 Pazar

Mozaikler Şehri Şanlıurfa





Şanlıurfa, “Mozaikler Şehri”dir. İl genelinde, bir müzeye sığmayacak kadar, mozaik potansiyeli vardır. İlimizde şimdiye kadar 100 den fazla mozaik keşfedilmiştir. Urfa’ya ait mozaiklerin bir kısmı kayıp, bir kısmı meraklı kişilerin koleksiyonunda, kayda geçenler ise Şanlıurfa ve İstanbul Ayasofya Müzelerinde sergilenmektedir.
Büyük İskender’in istilasından sonra onun komutanlarından Seleukos Nichator I tarafından Urfa’da eski bir yerleşim üzerine Grek kültür ve sanatına uygun olarak M.Ö. 312-132 yılları arasında Seleukos Hanedanlığı kurulur. Yeni kurulan şehre İskender’in doğduğu kentin adı verilir. Yani Edessa Kenti. Edessa kentinde kültür ve sanat doruk noktasına ulaşmıştır. Edessa Krallığı, Urfa tarihi ve mozaik tarihi açısından büyük önem taşır. Şanlıurfa merkezdeki Halil’ür-Rahman Gölü’nün yanı başında, gecekondular altında kalan Antik Edessa Kentinin Grek kültür kalıntılarından en önemlisi çok renkli ve usta bir üslûpla yapılan Halepli Bahçede mozaiklerdir. Edessa Kenti, arkeolojik araştırmaları beklemektedir. Grek imparatorluk mozaik geleneği, M.Ö. 132-M.S. 244 yılları arasında hüküm süren Osrhoene Krallığı döneminde yerel bir üslupla devam etmiştir.
Bu antik kentin sınırları içerisindeki Halepli Bahçede, 2007 yılında yapılan kazılarda, günümüzden 3000 yıl önce Egeden, Karadeniz’e ve Anadolu’nun içlerine uzanan kültür havzasında, erkek egemenliğine karşı savaşan kadınların av sahnesi mozaiği bulundu. Savaşçı Amazon kadınları bu havza içerindeki devletlerin ve milletlerin mitoloji, tarih ve edebiyatında efsanevi olarak anlatılır. Halepli Bahçe Mozaiklerinde “Savaşçı Amazon Kraliçelerinin Mozaiğe Resmedilmiş Dünyadaki İlk Örnekleri”ne rastlanılmıştır. Uzmanlar, Halepli Bahçe Mozaiklerini mozaik tekniği, sanatı ve 4 mm2 ebadında Fırat Nehri’nin orijinal taşlarından yapılması ve benzeri özelliklerinden dolayı, dünyanın en kıymetli mozaiği olarak tanımlamaktadırlar.
Halepli Bahçe’de Şanlıurfa Valiliği imkânlarıyla Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi Başkanlığında ve arkeologlarımızın nezaretinde, ilk etapta 100 m2’lik mozaik gün ışığına çıkarılmıştır. Alanın tamamında tarama yapılıp varsa diğer mozaikler de ortaya çıkarılacak ve belki de buluntu yerinde koruma altına alıp sergilenecektir. Av sahnesi mozaiğinin kenar bordürlerinde, geometrik motifler, bitki desenleri, güvercin, kanatsız Eros, sincap, ördek, kaplan, keklik, ceylan ve tazı figürlerine yer verilmiştir. Mozaiği çevreleyen bordürün köşelerinde ise “Edessa Güzeli” diye kamuoyuna yansıyan, genç kız maskına yer verilmiştir. Ayrıca mozaiğin genelinde doğadaki tüm renklerin kullanılması, aynı rengin farklı tonları kullanılarak verilen gölgelendirmeler, kısacası renklerin zenginliği, taşların küçüklüğü, üst seviyedeki sanatın mozaiklere resmedilmesi görenleri büyülemektedir.
Ana sahnede dört amazon kraliçesi Hippolyte (Hipplüte), Antiope, Melanipe (Melanipe) ve Penthesileia (Pentesileya) savaşçı amazon kadınlarına özgü giysileriyle, tek göğüslü olarak at üstündeki av sahneleri tasvir edilip Grekçe isimlerine yer verilmiştir. Bu sahneler bugüne kadar rölyeflere resmedilmişti, kraliçelerin Grekçe isimleri ile yer aldığı av sahnesinin mozaiğe resmedilmesi dünyada ilk defa Urfa’da Halepli Bahçede ortaya çıkmıştır.
Ana sahnenin sol üst bölümünde Amazon Kraliçesi Hippolyte (Hipplüte), at sırtında elindeki kılıcı bir panterin boynuna saplamakta, köpeklerinden biri pantere, diğer köpeği ise kanatları açık vahşi devekuşuna saldırmaktadır. Daha önce kılıcıyla yaraladığı aslan ise Hippolyte (Hipplüte)’den uzaklaşmaktadır. Bu av sahnesinde leoparın ve aslanın korkusu, acı çekme hali, akan kanları ve gölgeleri başarıyla resmedilmiştir. Hippolyte (Hipplüte), Ares’in kızıdır ve antik dönemin en önemli kahramanlarındandır. Zeus’un üvey oğlu olan ve Herkül olarak bilinen Herakles, Hippolyte (Hipplüte)’nin altın kemerini almak için amazonlar ülkesine gitmiş ve onunla savaşa girişmiş, yapılan şiddetli çatışmada Herakles Hippolyte (Hipplüte)’yi öldürerek altın kemerini almayı başarmıştır.
Ana sahnenin sol alt bölümünde Melanipe (Melanipe) at sırtında elindeki mızrağı aslana saplamakta, köpeği ise aslana saldırmaktadır. Bu av sahnesinin sağında kırmızı meyveli bir ağaç ve hemen yanında kaya parçası üzerine tünemiş bir keklik başını geriye çevirmiş, olan bitenleri izlemektedir. Melanipe (Melanipe), Helenin oğlu Aiolos’un kızı olup antik dönemin bir diğer kahramanıdır ve Hippolyte (Hipplüte)’nin kız kardeşidir. Herkül olarak bilinen Herakles tarafından esir alındığı söylenilir.
Ana sahnenin sağ üst bölümünde adının yazıldığı bölümün korunamadığı için Antiope olduğu tahmin edilen Amazon Kraliçesi, elinde labrys diye bilinen iki ağızlı balta ile av sahnesine katılmakta, Ayı olduğu düşünülen hayvanla burun buruna gelmektedir. Halikarnas Balıkçısına göre iki ağızlı balta Anadolu’nun simgesidir. Antiope ırmaklar tanrısı Asaopos’un kızı olup antik dönemin bir diğer kahramanıdır. Amazon ülkesine gelen Tehescus (Teseus) tarafından kaçırılıp, Yunanistan’ın orta batı bölümündeki Atikka’ya götürülür. Savaşçı Amazon Kadınları Antiope’yi kurtarmak için Atikka’ya akın eder, şiddetli çatışmalar neticesinde ne yazık ki Antiope öldürülür.
Ana sahnenin sağ alt köşesinde adının yazıldığı bölümün korunamadığı için Penthesileia (Pentesileya) olduğu tahmin edilen Amazon Kraliçesi şaha kalkmış süslü bir at üzerinde, yayını germiş, okunu fırlatmak üzeredir. Önünde ise bir leopar ve ne olduğu henüz belirlenemeyen iki vahşi hayvan, ağızlarını açmış şekilde birbirileriyle boğuşmaktadırlar. Penthesileia (Pentesileya), Ares’in kızı olup antik dönemin en önemli kahramanlarından biridir. Troia (Troya) savaşında Troialıların yardım çağrısına Savaşçı Amazon Kadınları’ndan oluşan ordunun başında savaşa iştirak etmiştir. Penthesileia (Pentesileya), Antik dönemde yarı tanrı olarak anılan ve Aşil olarak bilinen Akhileus (Akhileus) tarafından öldürülmüştür.
Apollon ve Artemis Tapınağı, İzmir, Efes, Sinop, Samsun İli’ne bağlı Terme Çayı yanında kurulan Themiscyria gibi yerleşimler Amazon Kraliçeleri tarafından kurulmuştur. Yunan mitolojisinin en önemli unsuru olan Savaşçı Amazon Kraliçeleri Şanlıurfa’nın var olan kültürel mirasına bir katkıda bizden deyip, Şanlıurfa Halepli Bahçe’den tüm dünyayı selamlamaktadır.

Şanlıurfa, “Mozaikler Şehri”dir. İl genelinde, bir müzeye sığmayacak kadar, mozaik potansiyeli vardır. İlimizde şimdiye kadar 100 den fazla mozaik keşfedilmiştir. Urfa’ya ait mozaiklerin bir kısmı kayıp, bir kısmı meraklı kişilerin koleksiyonunda, kayda geçenler ise Şanlıurfa ve İstanbul Ayasofya Müzelerinde sergilenmektedir.

Büyük İskender’in istilasından sonra onun komutanlarından Seleukos Nichator I tarafından Urfa’da eski bir yerleşim üzerine Grek kültür ve sanatına uygun olarak M.Ö. 312-132 yılları arasında Seleukos Hanedanlığı kurulur. Yeni kurulan şehre İskender’in doğduğu kentin adı verilir. Yani Edessa Kenti. Edessa kentinde kültür ve sanat doruk noktasına ulaşmıştır. Edessa Krallığı, Urfa tarihi ve mozaik tarihi açısından büyük önem taşır. Şanlıurfa merkezdeki Halil’ür-Rahman Gölü’nün yanı başında, gecekondular altında kalan Antik Edessa Kentinin Grek kültür kalıntılarından en önemlisi çok renkli ve usta bir üslûpla yapılan Halepli Bahçede mozaiklerdir. Edessa Kenti, arkeolojik araştırmaları beklemektedir. Grek imparatorluk mozaik geleneği, M.Ö. 132-M.S. 244 yılları arasında hüküm süren Osrhoene Krallığı döneminde yerel bir üslupla devam etmiştir.

Bu antik kentin sınırları içerisindeki Halepli Bahçede, 2007 yılında yapılan kazılarda, günümüzden 3000 yıl önce Egeden, Karadeniz’e ve Anadolu’nun içlerine uzanan kültür havzasında, erkek egemenliğine karşı savaşan kadınların av sahnesi mozaiği bulundu. Savaşçı Amazon kadınları bu havza içerindeki devletlerin ve milletlerin mitoloji, tarih ve edebiyatında efsanevi olarak anlatılır. Halepli Bahçe Mozaiklerinde “Savaşçı Amazon Kraliçelerinin Mozaiğe Resmedilmiş Dünyadaki İlk Örnekleri”ne rastlanılmıştır. Uzmanlar, Halepli Bahçe Mozaiklerini mozaik tekniği, sanatı ve 4 mm2 ebadında Fırat Nehri’nin orijinal taşlarından yapılması ve benzeri özelliklerinden dolayı, dünyanın en kıymetli mozaiği olarak tanımlamaktadırlar.

Halepli Bahçe’de Şanlıurfa Valiliği imkânlarıyla Şanlıurfa Arkeoloji Müzesi Başkanlığında ve arkeologlarımızın nezaretinde, ilk etapta 100 m2’lik mozaik gün ışığına çıkarılmıştır. Alanın tamamında tarama yapılıp varsa diğer mozaikler de ortaya çıkarılacak ve belki de buluntu yerinde koruma altına alıp sergilenecektir. Av sahnesi mozaiğinin kenar bordürlerinde, geometrik motifler, bitki desenleri, güvercin, kanatsız Eros, sincap, ördek, kaplan, keklik, ceylan ve tazı figürlerine yer verilmiştir. Mozaiği çevreleyen bordürün köşelerinde ise “Edessa Güzeli” diye kamuoyuna yansıyan, genç kız maskına yer verilmiştir. Ayrıca mozaiğin genelinde doğadaki tüm renklerin kullanılması, aynı rengin farklı tonları kullanılarak verilen gölgelendirmeler, kısacası renklerin zenginliği, taşların küçüklüğü, üst seviyedeki sanatın mozaiklere resmedilmesi görenleri büyülemektedir.

Ana sahnede dört amazon kraliçesi Hippolyte (Hipplüte), Antiope, Melanipe (Melanipe) ve Penthesileia (Pentesileya) savaşçı amazon kadınlarına özgü giysileriyle, tek göğüslü olarak at üstündeki av sahneleri tasvir edilip Grekçe isimlerine yer verilmiştir. Bu sahneler bugüne kadar rölyeflere resmedilmişti, kraliçelerin Grekçe isimleri ile yer aldığı av sahnesinin mozaiğe resmedilmesi dünyada ilk defa Urfa’da Halepli Bahçede ortaya çıkmıştır.

Ana sahnenin sol üst bölümünde Amazon Kraliçesi Hippolyte (Hipplüte), at sırtında elindeki kılıcı bir panterin boynuna saplamakta, köpeklerinden biri pantere, diğer köpeği ise kanatları açık vahşi devekuşuna saldırmaktadır. Daha önce kılıcıyla yaraladığı aslan ise Hippolyte (Hipplüte)’den uzaklaşmaktadır. Bu av sahnesinde leoparın ve aslanın korkusu, acı çekme hali, akan kanları ve gölgeleri başarıyla resmedilmiştir. Hippolyte (Hipplüte), Ares’in kızıdır ve antik dönemin en önemli kahramanlarındandır. Zeus’un üvey oğlu olan ve Herkül olarak bilinen Herakles, Hippolyte (Hipplüte)’nin altın kemerini almak için amazonlar ülkesine gitmiş ve onunla savaşa girişmiş, yapılan şiddetli çatışmada Herakles Hippolyte (Hipplüte)’yi öldürerek altın kemerini almayı başarmıştır.

Ana sahnenin sol alt bölümünde Melanipe (Melanipe) at sırtında elindeki mızrağı aslana saplamakta, köpeği ise aslana saldırmaktadır. Bu av sahnesinin sağında kırmızı meyveli bir ağaç ve hemen yanında kaya parçası üzerine tünemiş bir keklik başını geriye çevirmiş, olan bitenleri izlemektedir. Melanipe (Melanipe), Helenin oğlu Aiolos’un kızı olup antik dönemin bir diğer kahramanıdır ve Hippolyte (Hipplüte)’nin kız kardeşidir. Herkül olarak bilinen Herakles tarafından esir alındığı söylenilir.

Ana sahnenin sağ üst bölümünde adının yazıldığı bölümün korunamadığı için Antiope olduğu tahmin edilen Amazon Kraliçesi, elinde labrys diye bilinen iki ağızlı balta ile av sahnesine katılmakta, Ayı olduğu düşünülen hayvanla burun buruna gelmektedir. Halikarnas Balıkçısına göre iki ağızlı balta Anadolu’nun simgesidir. Antiope ırmaklar tanrısı Asaopos’un kızı olup antik dönemin bir diğer kahramanıdır. Amazon ülkesine gelen Tehescus (Teseus) tarafından kaçırılıp, Yunanistan’ın orta batı bölümündeki Atikka’ya götürülür. Savaşçı Amazon Kadınları Antiope’yi kurtarmak için Atikka’ya akın eder, şiddetli çatışmalar neticesinde ne yazık ki Antiope öldürülür.

Ana sahnenin sağ alt köşesinde adının yazıldığı bölümün korunamadığı için Penthesileia (Pentesileya) olduğu tahmin edilen Amazon Kraliçesi şaha kalkmış süslü bir at üzerinde, yayını germiş, okunu fırlatmak üzeredir. Önünde ise bir leopar ve ne olduğu henüz belirlenemeyen iki vahşi hayvan, ağızlarını açmış şekilde birbirileriyle boğuşmaktadırlar. Penthesileia (Pentesileya), Ares’in kızı olup antik dönemin en önemli kahramanlarından biridir. Troia (Troya) savaşında Troialıların yardım çağrısına Savaşçı Amazon Kadınları’ndan oluşan ordunun başında savaşa iştirak etmiştir. Penthesileia (Pentesileya), Antik dönemde yarı tanrı olarak anılan ve Aşil olarak bilinen Akhileus (Akhileus) tarafından öldürülmüştür.

Apollon ve Artemis Tapınağı, İzmir, Efes, Sinop, Samsun İli’ne bağlı Terme Çayı yanında kurulan Themiscyria gibi yerleşimler Amazon Kraliçeleri tarafından kurulmuştur. Yunan mitolojisinin en önemli unsuru olan Savaşçı Amazon Kraliçeleri Şanlıurfa’nın var olan kültürel mirasına bir katkıda bizden deyip, Şanlıurfa Halepli Bahçe’den tüm dünyayı selamlamaktadır.



GÖBEKLİTEPE

Göbeklitepe'de sürdürülen arkeolojik kazılarda, tarih öncesi yaşam ve uygarlığa geçişle ilgili yerleşik bilgileri altüst edecek buluntulara rastlanılmıştır. Göbeklitepe M.Ö. 9.500, günümüzden ise 11.500 yıl öncesine tarihlenen Neolitik Döneme ait bir yerleşim merkezidir. 80.000 m2’lik bir alanı kapsayan alan Kültür ve Turizm Bakanlığınca 1.derece sit alanı olarak ilan edilmiştir.

Neolitik dönemde başlayan ziraatla birlikte insanlar, ektikleri zirai ürünlerin mahsullerini almak için tarla civarında yerleşmeye mecbur kalmışlardır. İnsanoğlu, ilk kez bu dönemde, doğa ile ilişkisini kendi lehine çevirerek toplayıcılık ve avcılığı bırakıp, tarım ve hayvancılığa yönelmeye başlamış, yabani şekilde yetişen buğday, arpa, mercimek türü ürünleri deneme yanılma yolu ile ekmeye başlamışlardır. Böylece ziraatla birlikte yerleşik hayat da doğmuş, yerleşim yerleri buna bağlı olarak kurulmaya başlamıştır.

İlimizde özellikle tarihi Harran şehrini 30–40 km mesafelerle bir hilal şeklinde çevreleyen Göbeklitepe, Gürcütepe, Sefer Tepe, Karahantepe, Hamzantepe, Balıklı Göl çevresi Neolitik dönemin en önemli yerleşim yerleridir. Bu yerleşim yerlerinin tamamı M.Ö.9500 yani günümüzden 11.500 yıl öncesine ait 1. derece sit alanlarıdır. Hilvan ilçesine bağlı Kantara Köyü ile Süleyman bey mahallesi arasında Nevali Çori, Bozova ilçesine bağlı Şaşkan Köyü’nün kuzeyinde yer alan Kumartepe, Birecik İlçesi Mezra Beldesi batısında yer alan Teleilat Höyük ve Harran Bölgesinde keşfi bekleyen birçok höyük Neolatik döneme mimarı yapıların olduğu yerleşim merkezleridir.

Şanlıurfa il merkezinin 15 km kuzeydoğusunda, Karaharabe (Örencik) Köyü’nün 2,5 km kuzeydoğusunda yer alan Göbeklitepe, adını bölgede bulunan taş yatır mezardan almaktadır. İlk kez 1963 yılında İstanbul ve Chicago Üniversitelerinin karma projesinde gerçekleştirilen yüzey araştırmasında İstanbul Üniversitesinden Prehistorya Bölüm Başkanı Prof. Dr. Halet ÇAMBEL tarafından bulunmuştur. 1995 yılında Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü (DAI)’nden arkeolog Harald Hauptmann danışmanlığında yüzey araştırmaları yapılmış ve 1996 yılından buyana Şanlıurfa Müze Müdürlüğü başkanlığında ve Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden arkeolog Doç. Dr. Klaus Schmidt danışmanlığında kazı çalışmalarına başlanmıştır. Göbeklitepe’de yapılan kazı çalışmalarının finansmanı Alman Arkeoloji Enstitüsü tarafından karşılanmaktadır.

Cilalı Taş dönemine yani çanak çömleksiz dönem diye tabir edilen neolitik döneme tarihlen Göbeklitepe yerleşiminin toplam alanı 80 dönüm yani 80.000 m2 alanı kapsamaktadır. 1996 yılından buyana her yıl kazılar yapılmaktadır.

Göbeklitepe’de bugüne kadar çapları 15 metreye varan daire biçimli beş alan ortaya çıkarılmıştır. Göbeklitepe’de bulunan eserler üzerinde yapılan bilimsel tespitlere göre M.Ö. 9.500 yani günümüzden 11.500 yılı öncesine ait bir yerleşme yeri olduğu tespit edilmiştir. Bugüne kadar yapılan kazılarda beş yapı katına rastlanılmıştır. Yapılan arkeolojik kazılar olağan dışı buluntuları ile dinsel/kutsal bir merkez olduğu kanısını uyandırmakta ve yorumlar hep bu yönde yapılmaktadır. Höyüğün çevresinde büyük kireç taşı ocakları yer almaktadır. Atölye ve işlik yeri olarak kullanılan ve bir aslan stelinin bulunduğu alandaki yapılar ana kaya üstüne oturmaktadır. Kazılarda ele geçen alet ve artıkların iyi kalitede çakmaktaşından yapıldığı anlaşılmaktadır. Bazalttan satır, havan, öğütme taşı gibi yüzey buluntularının yanı sıra kazıda, kazı bezekli taş kap parçaları gibi bazalt ve kireç taşından çok zengin çeşitlenmesi olan buluntular elde edilmiştir. Göbeklitepede çıkarılan ilginç buluntular arasında heykel çaları, timsahı temsil eden bir sürüngen kabartması, ağzı açık dişleri korkutucu bir şekilde betimlenen bir canavar kafası, erkeklik organı abartılı olarak tasvir edilmiş bir başka heykelcik o dönem insanlarının inançlarını yansıtan buluntulardır.

Göbeklitepe yerleşkesinde yapılan her keşif arkeoloji dünyasındaki mevcut bilgilerin yenilenmesine vesile olmaktadır.

1) Mimarlık tarihi insanoğlunun avcı ve toplayıcı toplumdan yerleşik topluma geçip mimari yapıların yapılmasını neolitik dönemle başlatır. Göbeklitepede bulunan 11.500 yıllık yapılar mimarlık tarihinin başlangıcı olarak kabul edilmiştir.

2) İnsanoğlunun tek tanrılı dinlerden önceki çok tanrılı döneme ait ilk tapınağı, M.Ö.5000 yılına tarihlenen Malta Adasındaki Tapınak olarak biliniyordu. Daha sonraki 2. tapınak ise M.Ö.4000 yılana ait Mısır’daki tapınaklar olarak kabul biliniyordu. Ancak, Göbeklitepe’de gerçekleştirilen kazı çalışması ile bu durum, 11500 yıl önce bu topraklarda ilk tapınağın olduğu gerçeğini ortaya koymuştur. Ortaya çıkartılan tapınağın, dünyanın bilinen en büyük ve eski tapınağı olma özelliğini taşıdığı bilimsel verilerle kanıtlandı. Göbeklitepe yerleşiminin tespiti ile bu bilgiler geçerliliğini yitirmiş ve insanoğlunun ilk tapınağının günümüzden 11.500 yıl öncesine tarihlenen Göbeklitepe Tapınağı olduğu ortaya çıkmıştır. Bu tespitler ise arkeoloji tarihinin yeniden yazılmasını beraberinde getirmiştir. Buluntular, taş çağında yaşayan avcı-toplayıcı insanların hayatta kalma, günlük gereksinimlerini gidermenin yanı sıra doğayı anlamaya çalışmışlar, doğaüstü güçlerin ya da tanrının/tanrıların varlığına inanmışlar, dinsel törenler için düzenli aralıklarla bir araya gelmişler. Bu dinsel törenlerde hep birlikte inançlarını simgeleyen hayvan ve insan kabartmalarıyla süslü tapınaklar, dev boyutlu dikili taşlar yapmışlar.

3) Göbeklitepe’deki dikili taşlar (T stelleri) üzerinde bulunan kabartmalı yabani hayvan ve bitki figürleri, dünyada plastik sanatların ilk örneği olarak kabul edilmektedir. Kazı yerinde bulunan 16 destek ve kireçtaşı plakası üzerinde aslan, yılan, öküz, koç, tilki ve turna kabartmaları ya da bunların taşa kazınmış figürleri yer almaktadır. Tapınağı, ayrıca doğal boyutlarında, taştan oyulmuş yabandomuzu, kaplumbağa ve akbaba heykelleri süslemektedir. Kalıntılar, paleolitik çağdan (avcılık-toplayıcılık) neolitik çağa (tarımcılık ve hayvancılık) geçiş sırasında, insanların el becerilerinin ve sanatsal yeteneklerinin önemli ölçüde gelişmiş olduğunu ortaya çıkarmaktadır.

4) Göbeklitepe yerleşim alanın daha da eski dönemlere ait olması yüksek bir olasılık olarak görülmektedir. Alt tabakalara ulaşıldığında kesin bir tarih ortaya çıkacaktır.

5) Göbeklitepe bulguları, uygarlığın bu topraklarda doğduğunu ve buradan dünyaya yayıldığını ortaya koymuştur.







Hiç yorum yok: