Tanzimat Dönemi (1839-1876) (120)
Yukarıda
da vurguladığımız gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda kadının kurtuluşu hareketinin
kalkış noktası Tanzimat döneminde yer alır. ''Adli, mali, yönetimsel ve askeri
haklar listesi (Charte)''(121) olarak 1839'da Gülhane Hatt-ı Şerifi'nin
yayımlanmasıyla başlayan bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu'nda Avrupa'dan
esinlenen bir dizi iç reformun doğuşunu görecektir. Türklerin Batı uygarlığına
gerçek yöneliş ve alıştırmaları da bu dönemde başlamıştır. Yaşamları artık, çok
sıkı biçimde, Avrupa'nın yaşamına bağlıdır: Avrupa'da ortaya çıkan her
ideolojik hareket; er ya da geç, kısmen birbiri üzerine binerek, kısmen de eski
İslam görüşünün yerini alarak, yeni bir etik görüşün oluştuğu Osmanlı
İmparatorluğu'nda yankılanmasını buluyordu.
Okullaşmada
ilerlemeler, daha ileride ele alacağımız hukuk düzeni reformu, yeni bir
entelijensiya'nın ortaya çıkışı, resmi olmayan basının doğuşu ve gelişimi,
kültürel canlanma ve gelişme bir arada, Osmanlı İmparatorluğu'nun tanıyacağı
tinsel dönüşümde birinci derecede önemli bir rol oynamıştır.
Avrupa
modeline göre örgütlenen okullar, medreselerden yetişmiş ulemanın kültür
tekelini elinden alan yeni bir kültürlü insanlar sınıfı yetiştirmiştir. Bazı
subaylardan başka efendiler sınıfını oluşturan dışişlerinin ve bazı
yönetimlerin memurları bu yeni aydınlar sınıfından çıkacaktır. Fransızcayı
öğrenen ve belli bir Fransız kültürü alan bu efendilerin birçoğu, yüzeysel de
olsa, Batılılaşmıştır. Bu memurlar sınıfında yükselmenin koşullarından biri,
gerçekten, önce askeri okullarda ve Tercüman odası'nda, sonra da Mekteb-i
Fünun-u Mülkiye'de öğrenilen Fransızca ve alınan Batı kültürüydü. Bu yeni
sınıf, giysi, mobilya ve davranışlar gibi dış görünüşleri, daha sonra da yavaş
yavaş düşünme biçimlerini etkileyen, değiştiren Batı esinli bir yaşam biçimini
benimseyecekti. Derin olmasa bile bu dönüşüm giderek büyüyen bir
gelişimi de gözler önüne sermekten geri kalmıyordu. Bu dönüşüm değilmidir ki
Ziya Paşa'ya, ''şimdi yeni moda, işlerimizde her türlü ulusçuluğu unutmak ve
kendimizi Avrupa (Fransız) düşüncelerine uydurmaktır'' dedirtiyordu. Bu
düşünceler adım adım yayılarak kadın dünyasına da ulaşacak ve erkeklerin onlara
karşı tutumlarını koşullandıracaktı.
Bu
okulların yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu'nda bir düşünce basınının doğuşu da
Türklere Avrupa'da neler olup bittiğini günü gününe izleme ve Batı'nın kimi
kültürel ve toplumsal olaylarının yankılarını görebilme olanağını sağlıyordu. Gazete ve dergiler, her çeşit düşüncenin çekiştiği, yarıştığı birer
arena idi; Avrupa'da olduğu gibi, kadının yükselmesi düşüncesi de, sessizce,
fakat kararlı bir biçimde etkinliğini göstermeye başlamıştı. Bu konuda söylenenlerin
hepsini bu bölümde aldığımız ve incelediğimiz sanılmasın. Biz, yalnızca
birkaçının altını çizmekle yetineceğiz. 1860 yılında Agâh Efendi, İbrahim
Şinasi'nin işbirliğiyle, (resmi olmayan) ilk gazete olan Tercüman-ı Ahval'i
yayımlamaya başladı. Türklerin evlilik içi ilişkilerini ve bazı din adamlarını hicveden Şinasi'nin Şair Evlenmesi adlı küçük piyesi bu gazetede
yayımlanacaktır. Bu piyes yüzünden Tercüman-ı Ahval ile Ceride-i Havadis
gazetesi arasında bir polemik ortaya çıktı. Kendi gazetesinde daha geniş bir
özgürlük isteyen Şinasi, 1862'de, Namık Kemal'in de katkısı bulunduğu Tasvir-i
Efkâr'ı çıkarmaya başladı. Namık Kemal, kadınların eğitimine ilişkin Terbiye-i
Nisvan Hakkında bir Layiha adlı makalesini burada yayımladı. Ali Suavi'nin
1866'da çıkardığı Muhbir gibi Tasvir-i Efkâr da liberal düşüncelerin
savunuculuğunu yapıyordu. 1868 ile 1872 arasında basın, büyüyen bir etkinlik
gösterdi. Ahmet Mithat ve Ali Suavi'nin yazı yazdığı Basiret belki de dönemin
en önde gelen gazetesidir. Namık Kemal'in yönetimindeki İbret, Tanzimat
döneminde liberal düşünceleri en iyi yayan gazete olarak kabul edilebilir. Namık Kemal Osmanlı ailesinde kadının ezikliğine karşı çıkan, Aile)
başlığı altındaki makalelerinden birini burada, yayımlamıştır. Terakki,
Avrupalı kadınların yararlandığı eğitimi, Türk kadını için de talep eden evlilikte bu aşağı durumu kınayan, köleliğini ayıplayan ve bu köleliğin,
kadının toplumsal yaşama katılmasına getirdiği sınırlamaları vurgulayan pek çok
makale yayımlamıştır.
Bu
gazete, kadın okurların mektuplarını da yayımlamakta terüddet etmiyordu. Bir
kadın okur, mektubunda, çokkarılılığın yasaklanmasını istememekle birlikte,
''Şeriat'ta, erkeğin ciddi bir kadınla yetinmemesini emreden bir buyruk bulunup
bulunmadığını'' sormaktadır. Üç kadın okuyucu da, mektuplarında, karşı
cinsten olmaları yüzünden, kamu ulaşım araçlarında kadınlara reva görülen çok
güç koşullardan yakınıyordu. Terakki de, Muhadderat İçin Gazetedir adlı
haftalık kadın gazetesi ekini yayımlamakta gecikmeyecektir. Bu ekin
sayfalarında, kadınlarca yazılan ve okulları açılmasını, belli bir
cinsler eşitliğini, çok karılılığa karşı çıkmamakla birlikte tek
karılılığın üstünlüğünü savunan yazılar yer almaktaydı. Hatta, Batılı
feminist hareketlerin düşünce ve eylemlerine ilişkin haberler de, bu ek dergide
veriliyordu. Bu kadın dergisinin yanı sıra, 1875'te yayın yaşamına atılan
Vakit de, kadın eki vermeye başlayacaktır. İmparatorluk sınırları içinde yayınlanan
gazete ve dergilerin dışında, dışarda genç Osmanlıların çıkardığı ve liberal
düşünceleri zaman zaman sert biçimlerle dile getiren basına da değinmek
gerekir. Bu basın, çeşitli yollarla Osmanlı İmparatorluğu içine girmeyi
başarıyordu.
Gelişmekte
olan basının da kanıtladığı gibi, Tanzimat dönemi, yeni kültürün ve modern Türk
düşüncesinin temellerini atan kültürel bir boy atmaya tanık olmuştur.
Bunda, Batı'nın, en başta da Fransız edebiyatının etkisi belirleyici olmuştur. Bu dönemde, yeni düşüncelerin yerleşmesini kolaylaştıran Avrupalı
yazarların yapıtlarından pek çok çeviriler yapılmıştır. Ayırca dönemin en ünlü
yazarları aynı zamanda ''düşünce eyleminin de öncülüğünü'' yapmışlardır.
Önceleri
çeviriler, temelde, bilimsel ve teknik nitelikli yapıtlarla sınırlı kalıyordu.
Tanzimatla birlikte ilgi siyasal, felsefi, edebi ve toplumsal nitelikli
konulara yöneldi. Bu yeni yöneliş, Batılı dünyanın kültürel değerleriyle
ilişki içinde yeni bir düşünce biçimi arayışına tanıklık etmekteydi.
Fransızcadan çevrilen yapıtlar içinde devrime öğretisel arka-plan hazırlamış
olan kitaplar vardı. Dönem aydınlarının en gözde yazarları Voltaire, Rousseau,
Montesquieu, Fénelon, Fontenelle ve Volney oldu. Bununla birlikte,
bunların halk içinde sevilme ve etkilerinin derecesini ölçmek olanaksızdır,
çünkü yazdıklarının ne kadar basıldığı üzerinde herhangi bir bilgimiz yoktur.
Her ne olursa olsun, bunlardan bazılarının ne ölçüde kadının kurtuluşu yanlısı
olarak ortaya çıktıklarını görmüş bulunuyoruz.
Bu
liberal eğilimli çevirilere paralel olarak, dönemin en tanınmış Türk
yazarlarının düşünce eylemlerinin en ileri noktasında bulunduklarını
yukarıda belirtmiştik. Bunlardan İbrahim Şinasi, Ali Suavi ve
Mehmet Mithat) vb. değinmiştik. Bu sonuncusu, Ahmet Mithat amaç olarak,
Osmanlı İmparatorluğu'nda ''modern uygarlığa uymayan düşünme ve yaşam
biçimlerini değiştirme''yi benimsemişti. Bunlar içinde Namık Kemal,
özellikle önemlidir. Gerçekten, döneminin Türk edebiyatında kendine özgü önemli
bir yeri olan Namık Kemal, kendi kuşağını ve izleyen kuşakları derin biçimde
etkilemiştir. Namık Kemal, ulusun çeşitli toplumsal katmanlarının çektiği
sıkıntıların kaynağı olan kötülüklere kesin bir tanılama getirmesini bilmiştir.
Bu kötülükler arasında o, kadına reva görülen durumu şiddetle kınar.
Derin dinsel anlayışına bağlı olarak, Avrupa'yla olan ilişkileriyle Fransız
edebiyatı bilgisi ve İslam kültürü ona, bu alanda dininin buyrukları ile modern
uygarlığın eğilimlerini bağdaştırmaya yönelik bir konum kazandırmıştır. Namık
Kemal, yukarıda saydığımız bu yazarlarla birlikte, Recaizade Mahmut Ekrem, Şemsettin Sami, Emin Nihat, Nabizade Nâzım ve eserinin
belirgin çizgilerinden birini kadının toplumdaki yerini belirleme girişiminin
oluşturduğu Abdülhak Hamid (Tarhan) gibi diğer edebiyat adamları da,
kadın sorununa yaklaşımda bu kaygıyı benimsemişlerdir. Bunların ele alıp
işlediği temalar neler olmuştur?
Bu
edebiyatçılar kadının aşağı durumunun nedenleri arasında, onun içinde tutulduğu
cahilliği sorumlu tutmaktadırlar. Batı'daki veriliş biçimiyle kültüre
derin bir hayranlık besleyen Namık Kemal, Osmanlı İmparatorluğu'nda kültürün
böylesine ihmal edilmiş olmasına üzülmektedir. Öğretimin bu doğrultuda yeniden
düzenlenmesini, kızların okula devam edip çağdaş değerlerle uyum içinde bir
eğitim görmelerini savunmaktadır. Romanlarındaki kadın kahramanların
birçoğu eğitim görmemiş olmaktan yakınmaktadır. Namık Kemal'e göre
kadınların cahilliği, ailenin ve giderek ulusun çöküşünün nedenlerinden
biridir. Eğitimde kadınla erkeğin eşitliği ilkesini, Ahmet Mithat da önce
Felsefe-i Zenan'da, daha sonra da Diplomalı Kız'da savunmuştur.
Kadının
kapatılmasının ve çarşaf giymesinin pek karşısında olmamakla birlikte, bu
yazarlar, kadınlara uygulanan ''zincir''lerin kalınlığını da sert bir biçemde
dile getirirler. Bu temayı özellikle Namık Kemal İntibah romanında işlemiştir. Bu romanda İstanbul'un toplumsal yaşamından sahneler çizilmekte ve cinslerin
kesin çizgilerle birbirinden ayrılması eleştirilmektedir.
Aile
sorunu ve kadının aile içindeki durumu, sık sık ele alınan konulardan biridir.
Kadının sıkıntılarının kaynağı olan kötülükler arasında ana-babaların maddi
çıkar karşılığı gerçekleştirdiği evlenmeler ve gencecik kızların zorla yaşlı
kimselerle evlendirilmesi sert ve şiddetli biçimde kınanmaktadır. Zavallı
Çocuk'ta Namık Kemal, geleneksel evlenme biçimine saldırmakta ve
ana-babanın erklerini (iktidarlarını) kötüye kullanmasının mutsuz sonuçlarını
betimlemektedir. Romanda Şefika, kuzeni Ata'yı sevdiği halde, ailesini
yoksulluktan kurtarsın diye zengin bir paşa ile evlendirildiği için, umutsuzluk
içinde ölür. Şemsettin Sami de, Taaşşuk-u Talat ve Fitnat adlı romanına -konu
olarak- gene bu kadının sahip olması gereken sevme özgürlüğü temasını seçmişti . Emin Nihat da, Vasfi Bey'le Mukaddes Hanım'ın Hikâyesi'nde âşık
olan oğlunu, sevmediği bir başka genç kızla evlendirmeye zorlamak isteyen bir
aile babasının giriştiği manevraları sergiler. Recaizade Mahmut Ekrem Nağme-i
Seher adlı şiirler derlemesinde kadını över, Vuslat piyesinde
çiftlerin birbirine uygun olmadığı evlenmeleri kınar.
Bu
tema, Namık Kemal'den sonra birçok yazar tarafından işlenecektir. Teehhül'de, Ahmet Mithat, kendisini zorla kocaya vermek isteyen ana-babasının
baskısına karşı isyan eden genç bir kızı, ilk kez öyküleştiren yazardır.
Felsefe-i Zenan'da ise konuyu daha da derinleştirir, kadının psikolojik
(duygusal) yaşamının bir tablosunu çizer: Erkek korkusu diye düşünür Ahmet
Mithat, kadını erkeği bir düşman gibi değerlendirmeye sürükleme tehlikesi taşır. Eyvah'ta çokkarılılık kurumunu eleştirir. Bu piyes, tutucu
çevrelerin şiddetli saldırılarına uğramıştır. Yazar, bu saldırıları aynı yıl
yayımladığı Açık Baş adlı bir komedi ile yanıtlar. Burada, kendi
çıkarları uğruna büyük bir gayretkeşlikle din duygularını sömürenler kınanmakta
ve yerilmektedir.
Kadının,
ekonomik durumu da aynı biçimde eleştirilere konu olur. Kentlerde, her
türlü mesleksel etkinlik kadına yasaktır. Bu ise onu, kocasına ya da
çocuklarına tümüyle bağımlı kılar; onların terk etmesi, yoksulluğa düşmesi ya
da ölümü halinde de, sefaletin kucağına iter. Namık Kemal'in İntibah'ta çizdiği
Ali Bey'in annesinin durumu budur: Oğul, servetini bir yosma ile hovardaca
tüketecek ve işini de yitirecektir. Namık Kemal'in düşüncesine göre kadının
etkin olmayışı ulusun refahına da zarar verir.
Ayrıca
belirtelim ki romanlarda klasik aşkın gizeminin açığa vurulması girişimi, bu
dönemde, hep o Namık Kemal'in İntibah'ı ile başlamıştır. Yalnızca estetik,
soyut ve gizemli (esrarengiz), insandan neredeyse arındırılmış bu klasik aşkın
yerini gerçekçi ama erotizme düşmeyi önleyen bir aşk anlayışı almaktadır.
Nihayet,
kibar fahişeler ve köle tutsak kadınlar sorunları da, ele alınıp
işlenen konulardandır. Kadın köleliği, toplumda esas olarak işlevleri ve
hakları bir düzene bağlanmış bulunan hizmetçileri ve aynı zamanda, nikâhsız
yaşayan karıları kapsıyordu. Tanzimat dönemi yazarlarının sunduğu
betimlemelerden şu anlaşılmaktadır: Bu yazarlar, okuyucularından, bu kadınların
da duygulu, onurlu ve erdemli olduğunu bilmelerini istemektedirler.
Bu
dönemin yazarları, kadına acı çektiren kötülükleri yapıtlarında kınarken, her
şeyden önce -bu toplumsal tortular gerçeğinin bilincine varması için- kamusal
duyarlığa çağrı çıkarmaktadır. Ancak buraya değin, betimlemeler, dokunaklılığın
ağır bastığı birer duygusal ortam içinde yüzüp gider. Unutmayalım ki Fransız
romantizminin yoğun biçimde izlerini taşıyan Türk romantizminin henüz
başlangıcındayız. Toplumun ve dayandığı ilkelerin köklü biçimde ele alınması
irdelenerek eleştirilmesi söz konusu değildir. Ayrıca kadının kurbanı olduğu
tüm bu kötülüklere karşı çözümler de açıkça geliştirilmiş olmaktan çok uzaktır.
Dönemleri
için liberal olan bu düşünceler, başlangıçta, çok küçük değişikliklerden başka
bir şey getirmemişlerdir. Gene de Batı esinli tüm liberal düşünceler gibi
çeşitli muhalefetlerle karşılaşmışlardır. Bu karşıtçılık, temelde gelenekçi
çevrelerden, daha da özel olarak ise ulemadan gelmekteydi. Bunların gücü
öylesine büyüktü ki, Gülhane Hatt-ı Şerifi'nin öngördüğü reformların yalnızca
küçük bir bölümü gerçekleştirilebilmiştir. Oysa bu ferman, İslamın gerçek
geleneklerine ve önsözde de belirtildiği üzere, uyumsuzlukları, ihlalleri,
imparatorluğu sarsan tüm kötülüklerin nedenini oluşturan kutsal yasalarına
saygıya yeniden dönüş olarak sunulmuştur. 1856'da yeni bir ferman, Hatt-ı
Humayun yayımlanmıştır. Kimi Türklerin benimsediği yeni yaşam biçimine gelince,
tıpkı kadınlara yaklaşımda benimsedikleri daha liberal tavır gibi bunlar da
''kâfirlik ve pis Fransız hayranlığından başka bir şey görmeyen''
gericiler tarafından kınanmış ve eleştirilmiştir. Batıdan esinlenen düşüncelere
karşı kararlılıkla savaşanlar, yer yer başarılar kazanmışlardır; çünkü bu
düşünceler zamanın isterlerine ancak eksik biçimde karşılık verebiliyordu. Oysa
Türk ruhunun derinliklerine kök salmış duygulara seslenen tutucu eğilim,
kesinliğinden hiçbir şey kaybetmiyordu. Hatta bu karşıtçılık, padişahın
kişiliğine karşı ''Kuleli Vakası'' adıyla bilinen bir suikast girişimi bile
düzenleyecektir.
Abdülaziz'in
saltanatı (1861-1876) döneminde reformlar yüzüstü bırakılmadı, ne var ki
ekonominin içler acısı durumu, mali bunalım, Balkan eyaletlerindeki başkaldırma
ve ayaklanmalar, reformları özellikle güçleştirmişti.
''Yaşlı
Türkler'' reformların dinle bağdaşmadığını düşünmeye devam ederken ''Genç
Osmanlılar'' bunları siyasal planda yetersiz sayıyor, Ali ve Fuat
Paşa'ların diktatörlüğünü de dayanılmaz buluyordu. Oysa, Ali ve Fuat Paşalar,
Reşit Paşa'dan görevi devralmıştı ve bu üçü Tanzimat hareketinin ortadireği
sayılabilirdi. Modern uygarlık için dile getirdikleri hayranlığa rağmen
bunların büyük bir bölümü Batı'dan gelen ve sık sık, aşırı bir dereceye varan
hayranlıkla birlikte yeni bir tehlikenin de belirdiğinin bilincindeydi:
''ulusal gelenek ve değerlerin tümüyle terk edilmesi ve kötü bir kozmopolitizme
yuvarlanma tehlikesi, yeni toplumu tehdit etmeye başlıyordu''. Her halü
kârda, padişah 30 Mart 1876'da tahttan indirildi, yeğeni V. Murat üç ay
saltanat sürdü; aklını yitirince küçük kardeşi II. Abdülhamit adıyla onun
yerine tahta geçti. İlk Osmanlı anayasasını II. Abdülhamit yayımlatacaktır.
(1919-1970)Nurer
UĞURU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Dizgi -
Baskı - Yayımlayan:
Yeni
Gün Haber Ajansı
Basın
ve Yayıncılık A.Ş.
Şubat
1999
KEMALİZMDE
VE
KEMALİZM
SONRASINDA
TÜRK
KADINI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder