DivShare

15 Temmuz 2012 Pazar

OSMANLI İMPARATORLUĞU'NDA KADININ DURUMUNA İLİŞKİN DÜŞÜNCE VE AKIMLAR


Tanzimat Dönemi (1839-1876) (120)

Yukarıda da vurguladığımız gibi, Osmanlı İmparatorluğu'nda kadının kurtuluşu hareketinin kalkış noktası Tanzimat döneminde yer alır. ''Adli, mali, yönetimsel ve askeri haklar listesi (Charte)''(121) olarak 1839'da Gülhane Hatt-ı Şerifi'nin yayımlanmasıyla başlayan bu dönem, Osmanlı İmparatorluğu'nda Avrupa'dan esinlenen bir dizi iç reformun doğuşunu görecektir. Türklerin Batı uygarlığına gerçek yöneliş ve alıştırmaları da bu dönemde başlamıştır. Yaşamları artık, çok sıkı biçimde, Avrupa'nın yaşamına bağlıdır: Avrupa'da ortaya çıkan her ideolojik hareket; er ya da geç, kısmen birbiri üzerine binerek, kısmen de eski İslam görüşünün yerini alarak, yeni bir etik görüşün oluştuğu Osmanlı İmparatorluğu'nda yankılanmasını buluyordu.
Okullaşmada ilerlemeler, daha ileride ele alacağımız hukuk düzeni reformu, yeni bir entelijensiya'nın ortaya çıkışı, resmi olmayan basının doğuşu ve gelişimi, kültürel canlanma ve gelişme bir arada, Osmanlı İmparatorluğu'nun tanıyacağı tinsel dönüşümde birinci derecede önemli bir rol oynamıştır.
Avrupa modeline göre örgütlenen okullar, medreselerden yetişmiş ulemanın kültür tekelini elinden alan yeni bir kültürlü insanlar sınıfı yetiştirmiştir. Bazı subaylardan başka efendiler sınıfını oluşturan dışişlerinin ve bazı yönetimlerin memurları bu yeni aydınlar sınıfından çıkacaktır. Fransızcayı öğrenen ve belli bir Fransız kültürü alan bu efendilerin birçoğu, yüzeysel de olsa, Batılılaşmıştır. Bu memurlar sınıfında yükselmenin koşullarından biri, gerçekten, önce askeri okullarda ve Tercüman odası'nda, sonra da Mekteb-i Fünun-u Mülkiye'de öğrenilen Fransızca ve alınan Batı kültürüydü. Bu yeni sınıf, giysi, mobilya ve davranışlar gibi dış görünüşleri, daha sonra da yavaş yavaş düşünme biçimlerini etkileyen, değiştiren Batı esinli bir yaşam biçimini benimseyecekti. Derin olmasa bile bu dönüşüm giderek büyüyen bir gelişimi de gözler önüne sermekten geri kalmıyordu. Bu dönüşüm değilmidir ki Ziya Paşa'ya, ''şimdi yeni moda, işlerimizde her türlü ulusçuluğu unutmak ve kendimizi Avrupa (Fransız) düşüncelerine uydurmaktır'' dedirtiyordu. Bu düşünceler adım adım yayılarak kadın dünyasına da ulaşacak ve erkeklerin onlara karşı tutumlarını koşullandıracaktı.
Bu okulların yanı sıra, Osmanlı İmparatorluğu'nda bir düşünce basınının doğuşu da Türklere Avrupa'da neler olup bittiğini günü gününe izleme ve Batı'nın kimi kültürel ve toplumsal olaylarının yankılarını görebilme olanağını sağlıyordu. Gazete ve dergiler, her çeşit düşüncenin çekiştiği, yarıştığı birer arena idi; Avrupa'da olduğu gibi, kadının yükselmesi düşüncesi de, sessizce, fakat kararlı bir biçimde etkinliğini göstermeye başlamıştı. Bu konuda söylenenlerin hepsini bu bölümde aldığımız ve incelediğimiz sanılmasın. Biz, yalnızca birkaçının altını çizmekle yetineceğiz. 1860 yılında Agâh Efendi, İbrahim Şinasi'nin işbirliğiyle, (resmi olmayan) ilk gazete olan Tercüman-ı Ahval'i yayımlamaya başladı. Türklerin evlilik içi ilişkilerini ve bazı din adamlarını hicveden Şinasi'nin Şair Evlenmesi adlı küçük piyesi bu gazetede yayımlanacaktır. Bu piyes yüzünden Tercüman-ı Ahval ile Ceride-i Havadis gazetesi arasında bir polemik ortaya çıktı. Kendi gazetesinde daha geniş bir özgürlük isteyen Şinasi, 1862'de, Namık Kemal'in de katkısı bulunduğu Tasvir-i Efkâr'ı çıkarmaya başladı. Namık Kemal, kadınların eğitimine ilişkin Terbiye-i Nisvan Hakkında bir Layiha adlı makalesini burada yayımladı. Ali Suavi'nin 1866'da çıkardığı Muhbir gibi Tasvir-i Efkâr da liberal düşüncelerin savunuculuğunu yapıyordu. 1868 ile 1872 arasında basın, büyüyen bir etkinlik gösterdi. Ahmet Mithat ve Ali Suavi'nin yazı yazdığı Basiret belki de dönemin en önde gelen gazetesidir. Namık Kemal'in yönetimindeki İbret, Tanzimat döneminde liberal düşünceleri en iyi yayan gazete olarak kabul edilebilir. Namık Kemal Osmanlı ailesinde kadının ezikliğine karşı çıkan, Aile) başlığı altındaki makalelerinden birini burada, yayımlamıştır. Terakki, Avrupalı kadınların yararlandığı eğitimi, Türk kadını için de talep eden evlilikte bu aşağı durumu kınayan, köleliğini ayıplayan ve bu köleliğin, kadının toplumsal yaşama katılmasına getirdiği sınırlamaları vurgulayan pek çok makale yayımlamıştır.
Bu gazete, kadın okurların mektuplarını da yayımlamakta terüddet etmiyordu. Bir kadın okur, mektubunda, çokkarılılığın yasaklanmasını istememekle birlikte, ''Şeriat'ta, erkeğin ciddi bir kadınla yetinmemesini emreden bir buyruk bulunup bulunmadığını'' sormaktadır. Üç kadın okuyucu da, mektuplarında, karşı cinsten olmaları yüzünden, kamu ulaşım araçlarında kadınlara reva görülen çok güç koşullardan yakınıyordu. Terakki de, Muhadderat İçin Gazetedir adlı haftalık kadın gazetesi ekini yayımlamakta gecikmeyecektir. Bu ekin sayfalarında, kadınlarca yazılan ve okulları açılmasını, belli bir cinsler eşitliğini, çok karılılığa karşı çıkmamakla birlikte tek karılılığın üstünlüğünü savunan yazılar yer almaktaydı. Hatta, Batılı feminist hareketlerin düşünce ve eylemlerine ilişkin haberler de, bu ek dergide veriliyordu. Bu kadın dergisinin yanı sıra, 1875'te yayın yaşamına atılan Vakit de, kadın eki vermeye başlayacaktır. İmparatorluk sınırları içinde yayınlanan gazete ve dergilerin dışında, dışarda genç Osmanlıların çıkardığı ve liberal düşünceleri zaman zaman sert biçimlerle dile getiren basına da değinmek gerekir. Bu basın, çeşitli yollarla Osmanlı İmparatorluğu içine girmeyi başarıyordu.
Gelişmekte olan basının da kanıtladığı gibi, Tanzimat dönemi, yeni kültürün ve modern Türk düşüncesinin temellerini atan kültürel bir boy atmaya tanık olmuştur. Bunda, Batı'nın, en başta da Fransız edebiyatının etkisi belirleyici olmuştur. Bu dönemde, yeni düşüncelerin yerleşmesini kolaylaştıran Avrupalı yazarların yapıtlarından pek çok çeviriler yapılmıştır. Ayırca dönemin en ünlü yazarları aynı zamanda ''düşünce eyleminin de öncülüğünü'' yapmışlardır.
Önceleri çeviriler, temelde, bilimsel ve teknik nitelikli yapıtlarla sınırlı kalıyordu. Tanzimatla birlikte ilgi siyasal, felsefi, edebi ve toplumsal nitelikli konulara yöneldi. Bu yeni yöneliş, Batılı dünyanın kültürel değerleriyle ilişki içinde yeni bir düşünce biçimi arayışına tanıklık etmekteydi. Fransızcadan çevrilen yapıtlar içinde devrime öğretisel arka-plan hazırlamış olan kitaplar vardı. Dönem aydınlarının en gözde yazarları Voltaire, Rousseau, Montesquieu, Fénelon, Fontenelle ve Volney oldu. Bununla birlikte, bunların halk içinde sevilme ve etkilerinin derecesini ölçmek olanaksızdır, çünkü yazdıklarının ne kadar basıldığı üzerinde herhangi bir bilgimiz yoktur. Her ne olursa olsun, bunlardan bazılarının ne ölçüde kadının kurtuluşu yanlısı olarak ortaya çıktıklarını görmüş bulunuyoruz.
Bu liberal eğilimli çevirilere paralel olarak, dönemin en tanınmış Türk yazarlarının düşünce eylemlerinin en ileri noktasında bulunduklarını yukarıda belirtmiştik. Bunlardan İbrahim Şinasi, Ali Suavi ve Mehmet Mithat) vb. değinmiştik. Bu sonuncusu, Ahmet Mithat amaç olarak, Osmanlı İmparatorluğu'nda ''modern uygarlığa uymayan düşünme ve yaşam biçimlerini değiştirme''yi benimsemişti. Bunlar içinde Namık Kemal, özellikle önemlidir. Gerçekten, döneminin Türk edebiyatında kendine özgü önemli bir yeri olan Namık Kemal, kendi kuşağını ve izleyen kuşakları derin biçimde etkilemiştir. Namık Kemal, ulusun çeşitli toplumsal katmanlarının çektiği sıkıntıların kaynağı olan kötülüklere kesin bir tanılama getirmesini bilmiştir. Bu kötülükler arasında o, kadına reva görülen durumu şiddetle kınar. Derin dinsel anlayışına bağlı olarak, Avrupa'yla olan ilişkileriyle Fransız edebiyatı bilgisi ve İslam kültürü ona, bu alanda dininin buyrukları ile modern uygarlığın eğilimlerini bağdaştırmaya yönelik bir konum kazandırmıştır. Namık Kemal, yukarıda saydığımız bu yazarlarla birlikte, Recaizade Mahmut Ekrem, Şemsettin Sami, Emin Nihat, Nabizade Nâzım ve eserinin belirgin çizgilerinden birini kadının toplumdaki yerini belirleme girişiminin oluşturduğu Abdülhak Hamid (Tarhan) gibi diğer edebiyat adamları da, kadın sorununa yaklaşımda bu kaygıyı benimsemişlerdir. Bunların ele alıp işlediği temalar neler olmuştur?
Bu edebiyatçılar kadının aşağı durumunun nedenleri arasında, onun içinde tutulduğu cahilliği sorumlu tutmaktadırlar. Batı'daki veriliş biçimiyle kültüre derin bir hayranlık besleyen Namık Kemal, Osmanlı İmparatorluğu'nda kültürün böylesine ihmal edilmiş olmasına üzülmektedir. Öğretimin bu doğrultuda yeniden düzenlenmesini, kızların okula devam edip çağdaş değerlerle uyum içinde bir eğitim görmelerini savunmaktadır. Romanlarındaki kadın kahramanların birçoğu eğitim görmemiş olmaktan yakınmaktadır. Namık Kemal'e göre kadınların cahilliği, ailenin ve giderek ulusun çöküşünün nedenlerinden biridir. Eğitimde kadınla erkeğin eşitliği ilkesini, Ahmet Mithat da önce Felsefe-i Zenan'da, daha sonra da Diplomalı Kız'da savunmuştur.
Kadının kapatılmasının ve çarşaf giymesinin pek karşısında olmamakla birlikte, bu yazarlar, kadınlara uygulanan ''zincir''lerin kalınlığını da sert bir biçemde dile getirirler. Bu temayı özellikle Namık Kemal İntibah romanında işlemiştir. Bu romanda İstanbul'un toplumsal yaşamından sahneler çizilmekte ve cinslerin kesin çizgilerle birbirinden ayrılması eleştirilmektedir.
Aile sorunu ve kadının aile içindeki durumu, sık sık ele alınan konulardan biridir. Kadının sıkıntılarının kaynağı olan kötülükler arasında ana-babaların maddi çıkar karşılığı gerçekleştirdiği evlenmeler ve gencecik kızların zorla yaşlı kimselerle evlendirilmesi sert ve şiddetli biçimde kınanmaktadır. Zavallı Çocuk'ta Namık Kemal, geleneksel evlenme biçimine saldırmakta ve ana-babanın erklerini (iktidarlarını) kötüye kullanmasının mutsuz sonuçlarını betimlemektedir. Romanda Şefika, kuzeni Ata'yı sevdiği halde, ailesini yoksulluktan kurtarsın diye zengin bir paşa ile evlendirildiği için, umutsuzluk içinde ölür. Şemsettin Sami de, Taaşşuk-u Talat ve Fitnat adlı romanına -konu olarak- gene bu kadının sahip olması gereken sevme özgürlüğü temasını seçmişti . Emin Nihat da, Vasfi Bey'le Mukaddes Hanım'ın Hikâyesi'nde âşık olan oğlunu, sevmediği bir başka genç kızla evlendirmeye zorlamak isteyen bir aile babasının giriştiği manevraları sergiler. Recaizade Mahmut Ekrem Nağme-i Seher adlı şiirler derlemesinde kadını över, Vuslat piyesinde çiftlerin birbirine uygun olmadığı evlenmeleri kınar.
Bu tema, Namık Kemal'den sonra birçok yazar tarafından işlenecektir. Teehhül'de, Ahmet Mithat, kendisini zorla kocaya vermek isteyen ana-babasının baskısına karşı isyan eden genç bir kızı, ilk kez öyküleştiren yazardır. Felsefe-i Zenan'da ise konuyu daha da derinleştirir, kadının psikolojik (duygusal) yaşamının bir tablosunu çizer: Erkek korkusu diye düşünür Ahmet Mithat, kadını erkeği bir düşman gibi değerlendirmeye sürükleme tehlikesi taşır. Eyvah'ta çokkarılılık kurumunu eleştirir. Bu piyes, tutucu çevrelerin şiddetli saldırılarına uğramıştır. Yazar, bu saldırıları aynı yıl yayımladığı Açık Baş adlı bir komedi ile yanıtlar. Burada, kendi çıkarları uğruna büyük bir gayretkeşlikle din duygularını sömürenler kınanmakta ve yerilmektedir.
Kadının, ekonomik durumu da aynı biçimde eleştirilere konu olur. Kentlerde, her türlü mesleksel etkinlik kadına yasaktır. Bu ise onu, kocasına ya da çocuklarına tümüyle bağımlı kılar; onların terk etmesi, yoksulluğa düşmesi ya da ölümü halinde de, sefaletin kucağına iter. Namık Kemal'in İntibah'ta çizdiği Ali Bey'in annesinin durumu budur: Oğul, servetini bir yosma ile hovardaca tüketecek ve işini de yitirecektir. Namık Kemal'in düşüncesine göre kadının etkin olmayışı ulusun refahına da zarar verir.
Ayrıca belirtelim ki romanlarda klasik aşkın gizeminin açığa vurulması girişimi, bu dönemde, hep o Namık Kemal'in İntibah'ı ile başlamıştır. Yalnızca estetik, soyut ve gizemli (esrarengiz), insandan neredeyse arındırılmış bu klasik aşkın yerini gerçekçi ama erotizme düşmeyi önleyen bir aşk anlayışı almaktadır.
Nihayet, kibar fahişeler ve köle tutsak kadınlar sorunları da, ele alınıp işlenen konulardandır. Kadın köleliği, toplumda esas olarak işlevleri ve hakları bir düzene bağlanmış bulunan hizmetçileri ve aynı zamanda, nikâhsız yaşayan karıları kapsıyordu. Tanzimat dönemi yazarlarının sunduğu betimlemelerden şu anlaşılmaktadır: Bu yazarlar, okuyucularından, bu kadınların da duygulu, onurlu ve erdemli olduğunu bilmelerini istemektedirler.
Bu dönemin yazarları, kadına acı çektiren kötülükleri yapıtlarında kınarken, her şeyden önce -bu toplumsal tortular gerçeğinin bilincine varması için- kamusal duyarlığa çağrı çıkarmaktadır. Ancak buraya değin, betimlemeler, dokunaklılığın ağır bastığı birer duygusal ortam içinde yüzüp gider. Unutmayalım ki Fransız romantizminin yoğun biçimde izlerini taşıyan Türk romantizminin henüz başlangıcındayız. Toplumun ve dayandığı ilkelerin köklü biçimde ele alınması irdelenerek eleştirilmesi söz konusu değildir. Ayrıca kadının kurbanı olduğu tüm bu kötülüklere karşı çözümler de açıkça geliştirilmiş olmaktan çok uzaktır.
Dönemleri için liberal olan bu düşünceler, başlangıçta, çok küçük değişikliklerden başka bir şey getirmemişlerdir. Gene de Batı esinli tüm liberal düşünceler gibi çeşitli muhalefetlerle karşılaşmışlardır. Bu karşıtçılık, temelde gelenekçi çevrelerden, daha da özel olarak ise ulemadan gelmekteydi. Bunların gücü öylesine büyüktü ki, Gülhane Hatt-ı Şerifi'nin öngördüğü reformların yalnızca küçük bir bölümü gerçekleştirilebilmiştir. Oysa bu ferman, İslamın gerçek geleneklerine ve önsözde de belirtildiği üzere, uyumsuzlukları, ihlalleri, imparatorluğu sarsan tüm kötülüklerin nedenini oluşturan kutsal yasalarına saygıya yeniden dönüş olarak sunulmuştur. 1856'da yeni bir ferman, Hatt-ı Humayun yayımlanmıştır. Kimi Türklerin benimsediği yeni yaşam biçimine gelince, tıpkı kadınlara yaklaşımda benimsedikleri daha liberal tavır gibi bunlar da ''kâfirlik ve pis Fransız hayranlığından başka bir şey görmeyen'' gericiler tarafından kınanmış ve eleştirilmiştir. Batıdan esinlenen düşüncelere karşı kararlılıkla savaşanlar, yer yer başarılar kazanmışlardır; çünkü bu düşünceler zamanın isterlerine ancak eksik biçimde karşılık verebiliyordu. Oysa Türk ruhunun derinliklerine kök salmış duygulara seslenen tutucu eğilim, kesinliğinden hiçbir şey kaybetmiyordu. Hatta bu karşıtçılık, padişahın kişiliğine karşı ''Kuleli Vakası'' adıyla bilinen bir suikast girişimi bile düzenleyecektir.
Abdülaziz'in saltanatı (1861-1876) döneminde reformlar yüzüstü bırakılmadı, ne var ki ekonominin içler acısı durumu, mali bunalım, Balkan eyaletlerindeki başkaldırma ve ayaklanmalar, reformları özellikle güçleştirmişti.
''Yaşlı Türkler'' reformların dinle bağdaşmadığını düşünmeye devam ederken ''Genç Osmanlılar''  bunları siyasal planda yetersiz sayıyor, Ali ve Fuat Paşa'ların diktatörlüğünü de dayanılmaz buluyordu. Oysa, Ali ve Fuat Paşalar, Reşit Paşa'dan görevi devralmıştı ve bu üçü Tanzimat hareketinin ortadireği sayılabilirdi. Modern uygarlık için dile getirdikleri hayranlığa rağmen bunların büyük bir bölümü Batı'dan gelen ve sık sık, aşırı bir dereceye varan hayranlıkla birlikte yeni bir tehlikenin de belirdiğinin bilincindeydi: ''ulusal gelenek ve değerlerin tümüyle terk edilmesi ve kötü bir kozmopolitizme yuvarlanma tehlikesi, yeni toplumu tehdit etmeye başlıyordu''. Her halü kârda, padişah 30 Mart 1876'da tahttan indirildi, yeğeni V. Murat üç ay saltanat sürdü; aklını yitirince küçük kardeşi II. Abdülhamit adıyla onun yerine tahta geçti. İlk Osmanlı anayasasını II. Abdülhamit yayımlatacaktır.

 
(1919-1970)Nurer UĞURU başkanlığında bir kurul tarafından hazırlanmıştır.
Dizgi - Baskı - Yayımlayan:
Yeni Gün Haber Ajansı
Basın ve Yayıncılık A.Ş.
Şubat 1999
KEMALİZMDE
VE
KEMALİZM SONRASINDA
TÜRK KADINI

Hiç yorum yok: