DivShare

23 Temmuz 2012 Pazartesi

OTORİTE

     YADSIMA: OTORİTE KORKUSU
Otorite temel bir gereksinimdir. Herkes otoriteye gerek duyar. Otoritenin zayıflaması parçalanmasından korku duyulduğu gibi günümüzde birde otoritenin kendisinden korku duyuluyor. Otoritenin özgürlüğümüzü engelleyeceğinden korkuyoruz .Korkunun değişik sebepleri vardır Burada otorite korkusu inceleniyor. Korkuya neden olan otoriteler ve iyi bir otorite nasıl olmalıdır?
A- Otorite Nedir?
Otoritenin ne olduğu konusunda herkesin sezgisel bir düşüncesi vardır. Pierre Monteux bir orkestra şefidir. Monteux karizmatik bir şovmen olmadığı halde yaptığı hareketlerle orkestra üyeleri üzerinde etkili bir disiplin uyguluyor. Bu onun kendisine bütünüyle hakim olması, rahat olması dolayısıyla diğer insanlar kendilerini onun yönetimine bırakıyorlardı. Güvenli görünümü otoritesinin temel taşıydı.
Toscanini gibi bazı şefler terör estirerek disiplin uygularlar. Toscanini çığlıklar atar, ayaklarıyla sert biçimde yere vurur hatta batonunu orkestra üyelerine fırlatırdı, diğer insanların hatalarına asla dayanamazdı. Monteuxun havası, kendisine, en rahat biçimde yargıda bulunma imkanı veriyordu. Bu da otoritenin temel bir öğesidir. Güç sahibi olmak ve bu gücü kullanarak diğer insanları yönlendirmek ve daha yüksek bir standarda göre hareket etmemelerini sağlamak.
Güven, üstün yargılama yeteneği, disiplin uygulama yeteneği ve korku uyandırma kapasitesi; bunlar bir otoritede bulunan niteliklerdir. Güç ile otorite ilişkisi gücün tanımıyla daha karmaşıklaşır. Siyasette güç çoğu zaman iktidar ile otorite eşanlamlı olarak kullanılır. ‘Bir hükümet görevlisi otoritesini kullanamadı.’ denildiğinde iktidar ile otorite farklı anlamdadır. Otorite üretkenliği çağrıştırır.
Modern toplumsal düşüncede otoriteye farklı yaklaşan iki okul vardır. Birincisinin temsilcisi Max Weber’dir Weber otoriteyi üç kategoriye ayırır. Birinci kategori, “çok eski geleneklere ve kurumsallaşmış inanca” dayalı geleneksel otoritedir. Bu otorite toplumsal kalıtsal ayrıcalıklara bağlıdır. İkinci kategori yassal-ussal otoritedir; bu otorite “kuralların yasallığına ve bu kurallara göre yönetimi elinde tutanların emir verme hakkına inanmaya” dayanır. Bunun anlamı bir lider yada patronun gerçekte ne yaptığına bağlıdır. Son kategori karizmatik otoritedir; bu otorite, “bir müritler topluluğunun bir bireyin kutsallığına ya da kahramanca gücüne ya da örnek alınacak bir kişi oluşuna ve onun ortaya koyduğu ya da getirdiği düzene olağandışı biçimde kendilerini adayışlarına” dayalıdır. Weber bu otoriteye örnek olarak Hz. İsa ve Hz. Muhammed (sav)’ı gösterir. Tüm otorite biçimleri için de “önemli olan bireyin uyruklarınca nasıl görüldüğüdür.”
Weber’e göre insanlar yöneticilerine gönüllü itaat ettikleri zaman otorite vardır. İnsanlar itaate zorlanıyorsa bunun nedeni yöneticilerin meşru olmamasıdır. Bu birinci okula karşı olan yazarlar, insanların, diğer kişilerdeki gücü algılama sürecini vurgularlar. Bunlardan en önemlisi Freud’inkidir ve trajik bir sestir. Freud çocuğun anne ve babasıyla rekabet halinde olduğunu fakat onlara olan ihtiyaçtan dolayı otoritelerini kabul ettiğini söyler. Freud Frankfurt okulu yazarlarını da etkilemiştir. Yazarlar psikanalizi, sofistike Marksist bir toplum eleştirisiyle birleştirmeye çalışmışlardır. The Authoritarion Personality (Otoriter Kişilik ) bunun hakkında fikir vermektedir. Buna karşı çok eleştiriler yapılmıştır. Burada sorulan sorularla işçi sınıfının otoriter olduğu vurgulanmakta oysa sorular değiştiğinde bundan eser kalmamaktadır. Bu kitabın ilk yarısında gayri meşru otorite bağları, ikinci yarısında ise meşru nitelikteki bağların nasıl ortaya çıktığı ele alınıyor.
B- Ret Bağları
Evli iki kişinin ayrılmayı isteyipte ayrılamamayı buna örnek olarak verebiliriz. Bu ret bağları kabullenilmese bile otoriteye duyulan ihtiyaçtan kaynaklanır. Ret bağları güçleri eşit olmayan insanlar arasındaki ilişkiye dayalıdır bu da otoriteden korkmayı gerektirir. Bu bağlar korktuğumuz kişilere bağlı olmamızı, ideal olanı hayal etmemizi sağlar. Bu ret bağları üç şekilde kurulur. Birincisi, otoritenin gücünden korkma; bu bağa “itaatsiz bağımlılık” denir. İkincisi var olan negatifden yola çıkarak pozitif, ideal bir otorite resminin basılmasıdır. Üçüncüsü, otoritenin yok oluşuna ilişkin bir fanteziye dayalıdır. Bu bağlar örneklerle açıklanıyor. Birinci örnek Helen Bowen isminde bir genç beyaz kızın siyah erkeklerle ilişkiye girmesi, anne ve babasının buna karşı çıkması, bu olayı tartışmaları hafta sonunu anne ve babasıyla geçirmesi, hafta içi ise onlarla geçirmesi anlatılıyor. Son tartışmada babasının kızıp 3-4 saatliğine evi terk etmesi ve Helen’in ruh sağlığına başvurması ve geçen olaylar hikaye ediliyor.
Helen son tartışmada evden ayrılıyor, çünkü O’nun geçimini sağlayacak kişinin ona sözünü geçiren birisi olması gerektiğine inanıyor. Babasının evi terk etmesi onu daha fazla rahatsız ediyor. Babası meydan okusaydı onun gerçekten güçlü olduğuna inanacaktı. Anne ve babasına itaat etmiyor fakat onların özellikle babasının himayesine ihtiyaç duyuyor. Buna itaatsiz bağımlılık denir.
İkinci örnek ise muhasebe bölümünde 16 muhasebeci, 3 kısım şefi yardımcısı ve 1 kısım şefi çalışmaktadır. Ofisteki çalışma düzeni baskıcı olmadığı halde üstlerle astlar arasındaki ilişkiler gergin ve sorunludur. Muhasebeciler kısım şefine ve iki yardımcısına saygı duymuyorlar, bunun nedenini kendileriyle ilgilenmeme olarak açıklıyorlar. Muhasebeciler gerçek bir liderin özelliğini “yönlendiren, yapılabileceğinden daha fazlasını yaptıran” olarak tanımlıyorlar. Sevilen şef yardımcısı ise iş bölümü yapıyor, işin niteliği ile ilgileniyor, ancak gerçek bir lider olmadığı için eleştiriliyor. Muhasebeciler işlerini istekle yapıyorlar fakat bir görev verildiğinde yöneticilerin olmadığı bir zamanda bitirmeye çalışıyorlar. Muhasebeciler şefi olumsuz bir örnek olarak almakta o nasıl biriyse ve nasıl yaparsa aksi olmak ve yapmak istemektedirler.
Üçüncüsü yok oluş fantezisidir. Yönetimdeki kişiler ortadan kalksa, herşey yoluna girecektir. Buna örnek iki kez üniversite sınavına girmiş ve başarısız olmuş birisinin babasının zoruyla sınava girmesi ancak çalışmayarak babasının otoritesini ortadan kaldırmasıdır.
C- Yadsıma Ruhuna İhtiyaç
Fransız Devrimi’nin modern düşünce üzerinde bıraktığı en derin izlerden biri, iktidarlarını yıkmak istediğimiz yöneticilerin meşruluklarını yok etmek-tir. Yöneticilere olan güveni ortadan kaldırırsanız, onların rejimlerini de ortadan kaldırabilirsiniz. 1793’te XVI. Louis’in öldürülmesini buna örnek olarak verebiliriz. Louis bulunduğu makam sebebiyle öldürülmüştür.
19.yy boyunca bu yadsıma ruhu siyasetten ekonomiye sıçradı. Piyasa ideolojisi ve sanayi düzeni ortaya çıktı. Patronlara ve işverenlere karşı tepki doğdu. Bunun sebebi insanların kendilerini zayıf hissetmekten utanmalarıdır.
2- PATERNALİZM: SAHTE SEVGİYE DAYALI OTORİTE
İleri kapitalizm çağı, inşa etmek amacıyla yıktı. 19.yy’da köylerden kentlere büyük göçler oldu. Buna rağmen eski yaşantı özlemle anılır oldu. İleri kapitalizmin oluşturduğu otorite tablosu paternalizmdir.
A- Paternalizm Evrimi
Paternalizm çoğu zaman, fark gözetilmeksizin patriyarşi yada patrimoniyalizmle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır; bu yanlışlığın kaynağı, erkek egemenliğinin tüm biçimlerinin temelde aynı olduğu varsayımıdır. Bu kelimelerin anlamları arasında aslında önemli yapısal ve tarihsel farklar vardır.
Patriyarşi, tüm insanların bilinçli bir biçimde kan bağıyla bağlı bulundukları bir toplumdur. Patriyarşide aile ilişkilerinin temelinde erkekler bulunmaktadır. Matriyarşide kadınlar, poliyarşide ise cinslerden hiçbiri egemen değildir. Patrimoniyalizmin patriyarşiden farkı, insanların toplumsal ilişkilerini yalnızca aile açısından ele almayışlarıdır.
Paternalizmin patrimoniyalizmden temel farkı ise babadan oğula geçen bir mirasın olmamasıdır. Artık yasal olarak mülk, büyük evlat hakkına göre babadan oğula geçmemektedir.
Paternalist bir toplumda erkek egemenliği sürer. Bu egemenlik erkeklerin baba olarak rollerine dayanır: Koruyucu, müsamahasız, yargıç ve güçlü kişi. Ancak bu roller maddi olmaktan çok simgeseldir. Burada otorite sahibi kişiye ilişkin bir belirsizlik ortaya çıkmaktadır. Bu da otorite sahibi kişinin “ayna varsayımıyla” açıklanamamasından kaynaklanır. Devletten aileye kadar otorite sahibi kişilerin farklı özelliklere sahip oluşu ve bunun patrimoniyalizme uydurulmaya çalışılmasıdır.
B- George Pullman
George Pullman 19.yy sonunda büyük bir vagon fabrikasında çalışan işçiler için fabrika çevresinde bir kasaba kuruyor. Pullman işçileri kendi yönetimi altına alıyor. Onların ev sahibi olmalarını önlüyor, kendi yaptırdığı binaları onlara kiraya veriyor. Kısaca onlara kendisini patron baba olarak kabul ettiriyor, onları belli disiplin altına alıyor. Mesela; sigara ve içki içmeği yasaklıyor, gece dışarı çıkma yasağı uyguluyordu. Kasaba Pullman’ın kişiliğini yansıtıyordu: Büyük, üretken, ahlakçı, katı.
Pullman’ın fabrikasında çalışan gayretli işçiler fırsat bulur bulmaz Pullman yerleşiminin dışında bir ev satın alıyorlardı. Pullan onlara ev satıp babalık iktidarından vazgeçmek istemiyordu. Pullman’ın ideolojik mirasçısı Josef Stalin’dir; Stalin “Devlet bir ailedir ve bende babanızım” diyordu.
Paternalizm batının sanayi toplumlarında da varlığını sürdürmektedir. Paternalizm metaforun oluşturduğu bir bağdır; bununla, paternalizmin nasıl algılandığı ve karşılıklı olarak nasıl hissedildiği anlatılmak isteniyor.
Metaforun Oluşturduğu Bağlar
Metafor klasik yazarlara göre ilişkisiz iki sözcüğün birleşimidir. “Patron babadır”, “ülke yurttur” anlamsal olarak birer metafordurlar. Parçalar birbiriyle ilişki halinde olduğundan, daha geniş bir anlama sahiptirler.
Paternalizm de bir metafordur. Baba ve patron kelimeleri bir araya getirildiğinde her birinin yalnız başına sahip olduğu anlam değişir. Burada baba metaforun “çerçevesini” sağlar, patron bu çerçevenin odağındaki sözcüktür.
Metaforun bu yapısı insanların birbirlerine karşı duygu ve davranışını etkiler. İktidardaki bir kişiden duyulan korku bunun sonucudur. Metaforlarda terimlerin ikiside karşılaştırılabilir bir tahakküm hatırlatmalıdır. Metaforun gücü, bir araya getirdiği şeylerin özünde yatmaktadır. Bu metafor başkalarının bakımını üstlenme ve iktidar olgularını bir araya getirmektedir.
Paternalizmi reddedenler haklıydı, çünkü paternalist otoriteler kendilerine bağımlı olanların bakımını kendilerinin çıkarlarına hizmet ettikleri sürece üstlenirler. Burada sahte bir sevgi yatmaktadır. Pullman ve Stalin’in durumu buna örnektir.
3.ÖZERKLİK: SEVGİYE DAYANMAYAN OTORİTE
Paternalizm, modern toplumdaki otorite çeşitlerinin aşırı uçlarındandır. Başkalarının bakımını üstlenmek otoritenin bir lütfudur ve otorite bu lütfu, kendi çıkarlarına hizmet ettiği sürece devam ettirir. Diğerleri başkasının bakımını üstlenme iddiasında değillerdir.
Özerklik, yeni iktidar gereçlerinin izleyebileceği, bir diğer yön olan bireyciliğin mirasçısıdır. Maddi farklılıkların az olduğu, hizmet ve becerilerin geçer akçe olduğu toplumlarda özerklik daha istikrarlı hale gelir.
Basit biçimiyle özerklik beceri sahibi olmaktır. Karmaşık biçimiyle ise bürokrasinin üst kademelerinde çalışanların bildiği özerkliktir. Örneğin; bir yönetici yalnızca belirli bir görevi iyi yaptığı zaman değil, her biri kendi uzmanlık alanlarında beceri sahibi olan çok sayıda insanın çalışmasını koordine edebildiği zaman yükselmektedir. Yönetici diğer insanlarla iyi geçinmek, astlarının taleplerine cevap vermek, onu kendine hakim yapacak davranışlara sahip olmalıdır. Bu özellikler aslında herkeste aranmalıdır. Başkalarının size olan ihtiyacı, sizin onlara olan ihtiyacından daha fazla ise egemenlik kurabilir ve siz otorite olabilirsiniz. Şayet karşımızda bize karşı kayıtsız biri varsa onun bize önem vermesini isteriz. Onun bize karşı soğuk davranmasından ve kayıtsız kalmasından korktuğumuz zaman ona bağımlı duruma düşeriz. Sevilenin karşısındakiyle arasına mesafe koyması onu erişilmez bir ideal yapmaktadır.
Mesleki prestij ve aranan kişilik özellikleri ile günümüzde kimlerin özerk kişiler olduğunu tanımlayabiliriz. ABD, İngiltere, ve İtalya’da prestiji en yüksek meslekler tıp, hukuk, bilimsel araştırma merkezleridir. ABD’deki kolej öğrencileri arasında yapılan “istenen kişilik özellikleri” araştırmasında açıklık ve kendine güven ilk sıralarda yer almıştır. Sonra, sebat, bir amaca inanmak, iddialı olmak güven ve sadakat gelmektedir. Özerk kişiler güçlü oldukları gibi, yıkıcı da olabilirler. Bürokrasilerdeki özerk kişiler hakkındaki düşüncelerimiz buna örnektir. Bu bölümde özerk otoritenin dört özelliği ele alınıyor. Disiplin, özerkliğin oluşturduğu bağ, etki ve özerklik ve özgürlük.
A-Disiplin
İtaat etme alışkanlığına disiplin denir. Bir İngiliz imalat şirketi yönetim yönetim kurulu başkanı işçilerine konuşma yapıyor. İşveren, işçilerini, dediğini yaptırmaya zorlamaktan çekiniyor. Onlara birlikte sıkı çalışarak karl ı ve uyumlu iş yapabileceklerini ifade ediyor. Bu işverenin uyguladığı disiplin gönüllü özdisiplindir, zora dayanmayan disiplindir. İşveren yumuşak konuşmasına rağmen gizli olarak zorlayıcı mesajlarda veriyor.
İleri kapitalizm döneminde öz disiplinin açık bir anlamı vardı. İnsanlar sahip oldukları şeyleri teşhir ediyorlardı. Günümüzde özerk bir kişinin disiplini oldukça farklıdır. Özerkliğin kaynağı kendini dışa vurmadır. Yeteneklerinizi, kendinizi ve zevklerinizi ne kadar çok dışa vurursanız kişiliğinizi o kadar çok biçimlendirmiş olursunuz. Başkalarının dikkatini üzerinize çekmelisiniz.
İnsanları disiplin altına almanın bir diğer yolu onların kendisinden utanmasını sağlamaktır. Kayıtsız kalmak insanlar üzerinde utandırıcı bir etki yapar. Disiplini devam ettirme 18.yy’da şiddetle 19.yy’da ehemmiyet vermeme, nazara almamayla sağlanmıştır.
B-Özerkliğin Oluşturduğu Bağ
Yapılan bir araştırmada Fizik araştırma merkezinde çalışan Dr. Richard Dodds ile şefi Dr. Blackman arasında yapılan bir tartışma ve bu tartışmada işverenin istekte bulunan bir işçisiyle nasıl baş ettiği bir model olarak anlatılıyor.
Dr. Richard Dodds’a bir teklif geliyor ve o bunu şefine gösteriyor. Şef onun sorularına ters yanıt veriyor. Kendisinin tekliften haberdar olduğunu böyle bir fırsata kendi sayesinde sahip olduğunu iddia ediyor. Blackman, Dodds’un sadakatini verdiği cevaplarla deniyor. Dodds kendisini sadakatsiz hissetmeye başlıyor ve tartışma kızışıyor. Blackman Dodds’un öfkesine rağmen sükunetini koruyor, böylece denetimi elinde tutuyor. İşverenin kendisine ait bir açıklamada bulunmaması onun etki etmesini sağlıyor ve kendisi etkilenmiyor. Bu dengesizlik onun özerkliğinin temelini oluşturuyor. Bu da itaatsiz işçinin kendini kabul ettirmek zorunda hissettiği güçlü kişiye bağlanmasını sağlıyor.
Paternalizmde insanlara sahte bir ilgi gösterildiği gibi, özerklikte bir yanılgı içindedir. Gücün maskelenmesi etki sözcüğünde somutlaşıyor.
C-Etki
Bu maskelenmeyi anlamak için önemli bir tarihsel gerçeğe dikkat etmeliyiz. Eski rejimde, otoriteler ve otorite ilkeleri ile halkın yaşamını sürdürme biçimleri arasında fazla bir ilişki olmadığı düşünülürdü. Oysa insanların işlerini, patronlarını ve kendilerini kavrayış biçimleri toplumdaki otoritenin temelini oluşturur. Bu düşünce Marx ve Engels’in eserleriyle yerleşmeye başlıyor. Modern sanayi toplumu kitlelerin maddi zorluklarını hafifletmiş ve çalışma yaşamını daha istikrarlı ve düzenli hale getirmiştir.
Günümüzde işçilerin psikolojik açıdan etki altına alınmasına dair üç temel görüş vardır. Birincisi en aşikar olanıdır. Bu görüş iş yaşamında insanları tatmin edici bir hale getirmeye çalışır; işveren, işinde mutlu olan bir insanın işini iyi yapacağına inanır.
İkincisi “X Kuramı” denen Skinnerci psikolojisidir. Buna göre yöneticiler bir işin niteliğinin tatmin edici olup olmadığını değil, işini iyi yapan işçinin nasıl ödüllendirileceğini düşünmelidirler.
Üçüncüsü günümüzde en moda olanıdır. Bu görüş işbirliği düşüncesini vurgular. Buna göre üretkenlik gibi elle tutulur endüstriyel sonuçlar hedeflerin oluşturulması ve görevlerin tanımlanması sürecine bağlıdır. Bu üç yaklaşımda da psikolojik amaç, işçinin kendisini özerk kılmak değil, onu çalışmaya özendirmektir. Bu yaklaşımlardan herbiri belli ölçüde başarılı olmuştur.
Bu etki kavramının en canlı mantığı, idari bilimlerin kurucusu Herbet Simon’un eserlerinde görülür. Bu eserlerde, Simon, şirketlerin karar alırken yalnız dış piyasaya göre değil, iç organizasyona göre de hareket ettiklerini gösterir.
“Etki” kendi kendine yeten, kendi kendisine atıfta bulunan bir sistem olduğu için iyi bir yönetici her yerde birden bulunmalı ve olabileceği herşey olmalıdır. “Etki” ahlaki olduğu için bu durum etkilediği kişilerin iyiliği için olmalıdır.
Bu etki ideolojilerinin asıl anlamı; etkili bir yönetici asla sınır tanımaz ve koşullara teslim olmaz. Özerkliğini korumanın yolu budur. Dr. Dodds’un işvereninin başarıyla uyguladığı, işte budur. Bu etki düşüncesi, özerkliğin nihai ifadesi olmaktadır. Patronun istediği ve temsil ettiği şeyi gizemli kılar.
D-Özerklik Ve Özgürlük
İnsanlar özerkliğin özgürlük anlamına geldiğine inanırlar. İlk olarak özerkliğin özgürlük olduğu inancını Tocqueville Amerika’da Demokrasi adlı kitabında anlatan ilk yazardır. Tocqueville böyle bir düşüncenin insanları otoriteye teslim edeceğini ve zayıf düşüreceğini anlatır.



 
Yazarı          : Richard SENNETT
Bilim Grubu  : Sosyoloji

Hiç yorum yok: