DivShare

20 Ağustos 2012 Pazartesi

İni, Enel, Hak


               İnsan bedeninin özgürlüklerini yaşamak adına ruhuyla verdiği kavga da görünen o ki ne kültürel ne milli nede uhrevi değerler bunun önüne geçebilmekte. Sözüm ona sadakat; birleştirilmiş hayatların çifte standardı varmış gibi erkeğin kadına beklentilerini veremediği, istediği manada bir yaşam zenginliği sunamadığı bir suç adresine dönüşmüştür.
               Neden mi? Kültürel değerleri, milli yaşam biçimini, dinsel ve töresel kavramların koruyucusu olan devleti yönetenlerin, kendi argümanları, kazanma ve beslenme hırsları, yanlı ve bencil tutumları, çıkar ve sömürüye dayalı politikaları yüzünden olmasın. 40 yıldır değişim bombardımanına tutulan bir milletin nasıl bir karaktere bürüneceği konusunda, bu kaderinizdir denen dayatmalarla, çağdaş batıya entegre oluyoruz yalanının beslendiği batı, söz verdiği intikamın acısını çıkarmaktadır.
               İnsan olmanın zaafları o kadar çok ki.    “Öyleyse beni azdırmana karşılık yemin ederim ki ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra onların önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen de çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.” (Araf, 16-17) Şeytan; bütün kötülüklerin başı, karanlığa saklanmış bir şuur emici. Her rahimden düşen cana, her şuuruyla buluşmuş canın doğruluktan uzaklaşması, yalan, riya, arsızlık, nağmusuzluk, hırsızlık, haksızlık, dirayetsizlik ve zayıflık içine çekerek içine bıraktığı kötülüğün tohumuyla, sapkınlığı ve bedensel arzuları bir amaç bir yaşam biçimi şeklinde kabul ettirmiştir. Günümüzde teknolojinin beslediği araç gereçler, insan yaşamına giren pek çok makine ve çevresel yapıların sınıfsal bir objeye dönüşmesi, insanların ona ulaşma arzularını tetikleyen bir fısıltının ''Şeytan'ın vesvesesi'' özellikle zayıf varlıkları dolayısı ile kadınlarda çok etkili olmuştur. Yenilik diye sergilenen pek çok obje bir arada yaşayan milyonlarca insan için ulaşılması güç, hayali zorlayan bir vesile, ona erişmek için bir araç olmuştur. Şeytan'ın en büyük vesvesesi bilimdir. Evlerimize kadar sokulan her dakika hayatımızın içinde olan bilimin getirdiği ne olursa olsun! Unutmayın ki Şeytan ona kendini katacak bir vesile mutlaka bulmakta ve bunu gayesi doğrultusunda kullanmaktadır. “Şeytan sizi fakirlikle korkutur. Size kötülüğü emreder.” (Bakara, 268)
                Evrende şuurla onurlandırılmış yüce varlıklarımızın değerlerini, görevlerini, sonuçlarını; anlamadığımız bir hiçliğin verdiği savaşa kurban etmek! Şu koskoca kâinatta aklı olan tek varlık olduğunu bile bile aklıyla doğruyu görmekte sıkıntı yaşayan zayıflardan olmak, kolaya ve maddevi değerlere yönelmek! Ne istediğini bilmeden şuurunu kirletmek, sahip olacaklarınla yaşayacağın sınırlı bir ömürde sonsuzluğa sırtını çevirmek, ancak şeytanın yanında yerini almakla mümkündür. Şeytan'ın en büyük hedefi aile’dir. Şeytan gelecek endişesine sevk eder, dünya tutkusunu artırır. Kendinden olanların yaşadığı hayatı güzel gösterir, günah ve kötülükleri böylece içimize serpiştirir.   Cenab-ı Hak: “Ey Âdem! Şüphesiz bu (İblis) sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun.” (Tâhâ,117) Buna rağmen şeytan bu ailenin arasına bir vesvese sokmuştur;
“Derken, şeytan onların kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi ve şöyle dedi: Sizi Rabbiniz başka bir şey için değil, sırf melek olacağınız yahut ebedi şekilde kalanlardan olacağınız için bu ağaçtan uzak tuttu.” (Araf, 20)
                Ne için peki? Onlar yaratanı görürken onun gücü ve kudretine şahit olurken! Nasıl olurda şeytan'ın aldatmacasına inanırlar.  Bahsi edilen ağaç nedir? Onları, günaha sürükleyen bu itaatsizliğe neden olmuştur. Kanımca bu ''zevkti''. Zevk, mutlaka erişilmesi gereken bir bilinçaltı yaptırım değil mi? Bugün bile insanlar onun için ırzı, namusu kirletmiyor mu? O terbiye edilmesi güç bir istem, kontrolsüz bir içsellik değil mi? Şeytan'ın kulağa fısıldadığı en güzel kötülük bu olsa gerek. Ya sonra, bir lanetmiş gibi sönen arzunun verdiği tiksinti ve mide bulantısı olduğunu bilmek! O günün neleri yaşattığını bugün gibi bize hatırlatır.
               “Ey âdemoğulları! Şeytana kulluk etmeyin, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır demedim mi?” (Yasin, 60) Demek ki sadakatsizliği bize cennette aşılayan şeytanın bu dünyada işi kolay.  Orada her şeye sahip, bütün güzelliklerin içinde yaşarken, ulvi bir hayatın değerlerini hiçe sayacak kadar vesveseye düşmek! Sıkıntı, yokluk ve yoksulluk içinde sürülecek hayatlarımız da nedenli kolay bir araç olarak kullanılacaktır. Zaten öyle olmuyor mu? Sadakat bağını zedeleyen zincirin halkalarını, yaşamın zorlukları karşısında bir kolaylıkmış gibi gösterilen günaha davet, hayatımızın bütün dönemeçlerinde olduğu gibi, düpedüz, yapılması kolay ve hakmış gibi bu temelsiz zihin oyununa girmek değil mi? Oysa hak, ebedilikten sunulmuş bir nimetken onu ziyan etmek, destursuz ve fütursuzca yalana ortak koşmak, varlıksal niteliğimizin gerçeğini karalamaktır. Sadakat; kutsal bağın dış çeperini oluşturan bir koruyucuyken, onu zayıflatan zayıflamaya iten şerhin kimden geldiğini bile bile, gözlerin önüne serilen bu şeytansı planın kurbanı edilirken ondan pay almanın hevesiyle dolup taşan insanlar, mutlak olan bir cezanın vebalini de üslenmişlerdir.
                Lekelenmiş bir şuura; güneşin doğduğu yer batı, battığı yer doğu gibidir. Onlar Rahim olan Allah'ın yolundan uzaklaşmış, kendilerini şeytana satmış sapkınlardır. Oysa salih olan Hak'tandır. Hak'kın koruması altında doğruluğun amelini yaşar, sükût ve sücut içinde ömrünü vefa eder. Ve bilinmelidir ki;
“Şeytanın nüfuzu, ancak onu dost edinenlere ve Allah’a ortak koşanlaradır.” (Nahl, 100) Alâ b. Ziyad Der ki  “Kalp, uğranılan bir ev gibidir. Bir şey varsa alır, yoksa bırakıp gider. Yani heva ve heves olmayan gönüle şeytan girmez.” (İhya, III/62)  Yalan ve yanlışa sürüklenmiyoruz ap açık ona gidiyoruz, ondan medet umuyoruz. Belki bize hayatlarımızda beklentilerimizi karşılayacak bir şeyler bırakır umuduyla, düpe düz ona koşuyoruz. Yazık ki bozuk bir program bile format atılıp düzeltilirken, bizler kendi bozukluklarımızın koruyucusu olmakta çok ısrarlıyız. Bir başkasının ve daha başkalarının hatalarını örnek gösterip, yanlışı doğruya karşı çoğulcu bir zırhın arkasına oturtarak savunmak, şeytanın buna ortak olmadığı bir zayıflıktır. Bu ortaklık kötülüğün sirayet ettiği insanların birleşik bir kalesidir.
                Hariçten gazel okumak, zoru acize bırakıp acizin canından medet umanların altın suyuna batırılmış çağdaş söylentileri değil mi? Afakî zamanlarda kendileri de şikâyet ederler! Kel olduklarını bildikleri halde inkâr edip, zora gelince; aynada ben kelmişim demenin hiçbir anlamı olmadığı gibidir bu sahte itiraflar. Diliyle; yalan olduğu halde, iyiliğe yönelmiş gibi bir tığ sancısı gibi kalbinde doğruluğa akan yolu gördüğünü söylerken, sinsi bir hainliğin göz ucuyla alay eden bu cenaplar! Sonsuzluğun sahibinden saklayabilecekleri hiçbir hissiyatları kalmamıştır. Onlar! Apaçık sonsuz bir azabın yolcusu olmayı tercih etmişlerdir.  
                Atkısı boyunlarında ateşten bir yular gibi gezdiklerini görmezler! Bilmezler ki seçtikleri yol, bu dünyada yürüdükleri en uzun yoldan daha kısa.
                 Kadim olan Hak’ka uzanmayan ellerine hiçbir varlık âlemi uzanmayacak, merhamet etmedikleri bu âlemden taşıdıkları vebalin sonsuz boşluğunu, yaratan kendi nurunu varlıklarından çektiğinde görecekler. Hiç’e anlam veremeyenlerin, onun ne büyük bir azap olduğunu ancak o zaman anlayacaklar. Gördüğün hiçbir şey sana ait değil, sana bir tek şey hak buyrulmuştur! Oda üstüne bir giysi gibi sarıldığın çıplak bedenindir. Hakkına razı olduğun gibi başkalarına da rıza göster, kimseyi incitme! Kendi canına gösterdiğin dikkati başkaları üzerinde dağıtma! Merhamet et ki, kudretin de sana gösteremediğinden fazla şefkati olsun. Yeryüzüne serpiştirilmiş haktan kim neyi nasiplenmişse, kendilerine ondan fazlası sorulmayacağı gibi onlarda kendi yetileri altında olanlardan fazlasını hak talep edemez. Hiç kimse rızası dışında bir başkasının hakkı üzerinden zenginlik kuramaz. Zayıfı ezmek, acizi sömürmek, kadına kötü davranmak, ırzını namusunu kirletmek, başkasının hakkına dalalet etmek, malına göz dikip hainliğe yönelmek, faizle fakirliği azdırmak, cana ve mala kıymak işte bu çirkinliğe yönelen her kim olursa olsun, onlar işledikleri günahların bedelini ödemekte ne büyük bir çile olduğunu ancak mahşeri muhakemeye çekildiklerinde görecekler. Sonsuzluk gözünden önce kalbini açanlaradır. Sizinde sonsuzluğu hak edenlerden olmanız dileğimle.

Altan İlhan ARSLAN

Hiç yorum yok: