DivShare

8 Kasım 2009 Pazar

UZAKLAŞMA & ERİME


Zaman: var oluştan beri tek değişmeyen ve hatta var oluştan bile eski kadim bir varlık. Varlık diyorum çünkü bilimsel olarak bir termoloji sayılsa da, yaşayan akılların tasavvur ettiği her şeyin, var oluş silsilesine sığdırıldığı tanımların en başındadır. Her şey zamanla birlikte başlamıştır. Zamanda döngü söz konusu değildir bir başlangıcı olduğu gibi sonsuzluğa giden bir ucu vardır. O halde geçmişe dönüş olmayacağı aşikârdır, ancak geçmişin günümüzde tasavvur etmeyeceğini düşünmek yanlış olur. Çünkü yer ve oluş kavramı geçmişle özdeş olduğuna göre, olayların çıkış şekli ve akışı zamanımızla örtüşecektir. Sadece malzeme farklılığı bunun yadsınmasına neden olacaktır, buda şaşırtıcı olmamalıdır. İnsanların; doğum, sonrası gelişme ve ölüm halleri zamanın durdurulamaz akışına bir işarettir. Zaman içinde değişmeyen hiçbir varlık yoktur. Her şey değişirken sadece zaman değişmez, o tüm çağlar boyunca aynı kalmışken, kâinat bile bulunduğu ilk konumundan çok ötelere geçmiştir. Sürekli değişen ve gelişen bir maddevi âlemden söz ediyorum. Sadece insanların sayısı artmıyor, kâinatta; kütle ve hacim olarak mevcut olan galaksilerin ve onları oluşturan yıldız sistemlerinin uzayda kapladıkları yerinde arttığı görülürse zamanda mekânın büyüdüğünü söyleyebiliriz. Bu, bilimsel olarak gözlenen ve verilerle ortaya konan bir gerçek. Burada zamanın sabit kalırken uzayın büyüdüğü söylenemez, zaman büyürken; uzayda hacmi sabit, kütlenin kapladığı alan değişmektedir. Zamanda; mekânın büküleceği bir yöne doğru gitmekteyiz. Eşitlikten eşitsizliğe doğru bir yönelme bir uzaklaşma da diyebiliriz.

Bundan tenkit ettiğim nokta ise şuurlarımızın evrende gelişen bu durumla benzeş ortaklıklar içermesi. Yani özün ötelenmesi ve iç benliklerin birbirinden uzaklaşması sonucuna doğru gidilmektedir. Bunu şu şekilde örneklemek gerekir ( Geçmişte insanların sayısı günümüze göre daha azdı, yakın geçmişte bu azlığa rağmen insanların birbiriyle olan içsel iletişimleri yani aralarındaki insani bağ son derece iyiydi). Dostluk, arkadaşlık ve samimiyet bu içsel iletişimle pekişiyordu. Güven, bu iletişimin neticesinde otomatik olarak ortaya çıkıyordu ve bu kesinlikle yargılanmıyordu. Yine bu yakın geçmişte insanların kullanabileceği bilimsel iletişim araçlarının günümüzdeki gibi olmadığını ekleyelim. Buna rağmen içsel iletişimin kurduğu bağdan dolayı insanlar birbirlerini uzun yıllar görmeseler bile, kavuştuklarında sanki dün ayrılmışlar gibi birlerini tanır ve sayarlardı. Samimiyetlerini ifade etmekte hiç zorlanmadan gösterebilmekte ve şüpheye düşmemekteydiler. Bunu günümüzle nasıl kıyas edebiliriz ki, şüphesiz hiçbir şey anlamsız ve altı boş değil. Her oluşun ve olayın bir açıklaması var. Zamanda sonsuzluk söz konusu iken madenin bir döngüsü olduğunu unutmayalım, yani bir dönüşümden bahsediyorum eşitsizliğe doğru bir yönelmeden bir uzaklaşmadan bahsediyorum. Peki, bu nedemektir?

Günümüzde mesafelerin kısaldığını, iletişim imkânlarının sınırlarının zorlandığını hesap edelim ve buradan yola çıkarsak teknik olarak iletişimin son noktasında iken içsel iletişimin diğer uç noktaya kaydığını görebiliriz. Yakın geçmişte olduğu gibi samimiyetlerin veya insani bağların kurulamadığı, güvensizliğin tırmandığı, endişe ve kaygının hortladığı görülür. Netice olarak karmaşa ve buhran içsel iletişimin koptuğu yerde devreye girmiştir. Peki, neden? Bu böyle olmalımı, bu zaman içinde olması gereken bir neden mi? Benliğin zaafları zamanla ters orantılı olmasada, zamanla örtüştüğü içindir bu tüm zamanlar için geçerlidir. Çünkü benlik aynı malzemeden tasavvur edildiğine göre, zaaflar zamanla da aynı kalacaktır.

Erime(buz dağı): Zamanın sonsuz döngüsü içinde insanların gelip geçtiği mekânda neler oluyor? Tarih boyunca insanoğlunun yaşamsal değerleri, iyiden kötüye bir seyir içinde geçmiştir. Bunu, tarihin tozlu sayfaları ve bize miras olarak kalmış tarihsel kalıntılardan rahatça anlayabiliyoruz. Hem antropoloji hemde arkeoloji bilim dallarının bu konuda bize sundukları ayrıca diğer bilim dallarının ortaya çıkardığı veriler doğrultusunda, şunu söyleyebiliriz; insansan oğlunun yeryüzüyle tanıştığı günden buyana sinüsoydal bir ahlaki eğilimin mevcut olduğu ve bunun bir devinim içinde döngüsel olduğunu itiraf etmek gerekir. Nedir bu ve ne anlama gelir? Basit bir cevapla her çıkışın bir inişi vardır deriz. Ahlaki değerlerin, insani değerlerin altına düşmesiyle karanlık bir dönemin başlayacağını bunun tarih içinde pek çok kez tekerrür ettiği, eğitim alan, kitap okuyan, tarihle tanışık, kültürel değerlere haiz ve inancı bütün insanların bildiği bir vakıadır. Bunun dışında üstünkörü gelişi güzel cevapların, hoşnut olmayan kesimlerin bir savunma anlayışı içinde içi boş anlamsız cümle savurganlığından başka bir şey ifade etmeyecektir. Nedeni, istifade ettikleri kaotik ortamdan faydalanma hırsıdır. Çünkü sahip oldukları ahlaki erozyonun akılsal körlüğü içinde harama göz dikmek, başkalarının olana tecavüz etmek, çalmak çırpmak ve kirletmek eğilimi onların en belirgin tanımlarıdır. Bu durum ancak ahlaki değerlerin erimesiyle ortaya çıkar. Günümüzde bunun çok hızlı bir şekilde yayıldığını ve bir davranış biçimi haline geldiğini söylemek üzüntü verici bir sonuçtur. İletişimin hızla yaygınlaştığı toplumumuzda ahlaki erimenin önüne geçilememesi ülke yönetiminin kati bir suçudur. Toplumun sosyal yapısını korumak ve geliştirmekten sorumlu olan devlettir. Yasaların uygulayıcısı olan devletin sosyal gelişmeleri, varlığını oluşturan ilkelerin himayesi altına almayıp, toplumu bir ahlaksızlık pençesine iten başıboşluğun nedeni olarak görmekten başka nereye varılır. Bu durumun muhatabı devletin kendisidir. İradesi zayıf ve uygulamada aciz bir yönetimin sergilediği bu Kaotizim ülkenin temellerine konmuş bir dinamit olarak görülebilir. Erime dediğimiz ahlaki değerlerin hızla bozulması, bizim geçmişten gelen ataerkil değerlerimizin yok edilmesiyle son bulacaktır. Yapılan çalışmalar bu yöndedir. Hedef saptırılarak çirkini güzel gibi gösterip, somut bir şekilde, insanların hayalleri ve arzuları üzerine kurulmuş bu kirli ve çirkin tuzağın pençesinde kalan halk, aciz ve bitap halde hızla değerlerini yitirmekte, özünü kirletmektedir. Bunun kanıtlarını isteyen veya dileyen, mahkemelerde açılan davalara, yazılı ve görsel medyanın yayınlarına göz gezdirebilir. Maalesef, gözlerimiz her zaman buz dağının su üstünde kalan kısmına bakıyor oysaki asıl gerçek suyun altında yatıyor. Artık oraya bakmanın zamanı gelmedimi? Suyun üstünde kalan kısım hızla eriyor, oysa altı son derece muhafazakâr ve mutlu. Çünkü her şey istedikleri gibi şekilleniyor, yani erime. Buna toplumsal yozlaşma diyebiliriz. Zaman içinde gelinen nokta budur. Hızla gidilen yer mekânda bir çözülmedir, bu ahlaki bir çözülmedir. Geçmişten geleceğe aşağıya doğru bir ivme söz konusudur. Teknolojiyle ve görsel hicivlerle süslenmiş bir yanılsama ile doğru gösterilen pek çok yanlış maalesef özümüzdeki bütün doğruları götürmektedir. Allah sonumuzu hayır etsin…

Hiç yorum yok: