DivShare

27 Haziran 2012 Çarşamba

(RUSSIA’S NEW CONCEPT OF NATIONAL SECURITY AND THE MILITARY DOCTRINE) February 2001


Russia has recently adopted its new national security concept and the associated
military doctrine. The importance attached to the nuclear weapons arsenal of Russia
in the new document and the doctrine alike, raised concerns both in the United States
and the West, and also in Turkey as the threshold for resorting to nukes is much
lowered in the contingencies set out by the Russian military planners. Hence, reasons
behind such an approach of the Russian security elite as well as the possible
consequences of the new military doctrine for regional and international security and stability require a careful analysis.
 
Sovyetler Birliği’nin mevcudiyetinin Aralık 1991’de resmen sona ermesini
müteakiben Birliği oluşturan cumhuriyetlerden Rusya Federasyonu uluslararası
arenada önemli bir aktör olarak yerini aldı. Sovyetler Birliği’nin resmi varisi olması
itibarıyla Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde daimi üye olarak veto gücüne ve
bununla birlikte “nükleer silahlara sahip ülke” statüsüne de haiz olan Rusya
Federasyonu, Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle, başta Amerika Birleşik Devletleri
(ABD) olmak üzere Batı ile olan ilişkilerini ekonomik ve siyasi alanlarda hızla ve
kapsamlı olarak geliştirmeye başladı. Bu gelişmelerin de katkısıyla 1990’lı yılların
hemen başında uluslararası ortamda (aşırı) iyimser bir hava oluştuğu söylenebilir. O
dönemlerde, çatışmalar sonucu ilerleyen tarihin artık ideolojik çatışma olasılığı
kalmadığı için ilerlemeyeceğini ve böylece tarihin sonuna ulaşıldığını iddia eden
görüşler dahi ortaya konulmuştu. Ancak, güvenlik konularıyla ilgilenen çevrelerde cevabını henüz bulamamış
sorular da ortaya konulmaktaydı. Bu sorulardan en önemlileri, Sovyetler Birliği
önderliğindeki Doğu Bloğu’nun savunma örgütü olan Varşova Paktı’nın (WTO)
ortadan kalkmasıyla, karşıtı konumunda olan Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün
(NATO) varlığını devam ettirip ettirmeyeceği; NATO varlığını devam ettirdiği
takdirde tehdit değerlendirmeleri bağlamında (yeni) askeri stratejisinin ne olacağı; ve
Mart 1968’de imzalanan Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Anlaşması
(NPT) hükümleri uyarınca 1 Ocak 1967 tarihinden önce nükleer deneme
gerçekleştiren ülkeler nükleer silaha (resmen) sahip ülke statüsü kazandılar. Bugün
NPT’ ye taraf olan 188 ülkeden sadece 5 tanesi (ABD, Rusya, Birleşik Krallık, Fransa
ve Çin) bu silaha sahip olmak ve nitelik ve nicelik bakımından geliştirmek hakkına
sahiptir. Anlaşmaya taraf olan diğer ülkeler hiç bir zaman nükleer silah sahibi olma
yoluna gitmeyeceklerine dair bağlayıcı yükümlülük altına girmişlerdir. İsrail,
Hindistan ve Pakistan NPT’ye taraf olmamış ve kendi nükleer silahlarını
geliştirmişlerdir.
Komünist ideolojiyi benimseyen Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Doğu Bloğu
ülkelerinin de bu ideolojiden sıyrılmaları sonucu liberal demokrasinin dünya üzerinde
tek ve hakim yönetim biçimi olacağı ve liberal demokrat ülkelerin de çatışma içinde
olmayacağı iddiası üzerine kurulan bu teorik yaklaşım akademik dünyada geniş ve
çalkantılı tartışmalara yol açmıştır. Bu konuda bkz. Francis Fukuyama, The End of
History and the Last Man, New York, The Free Press, 1992. Aynı konuda daha önce
yazılan makale için bkz. Francis Fukuyama, “The End of History?,” The National
Interest, Vol. 16, Yaz 1989.

(eski) Doğu Bloku ülkelerinin ve özellikle Rusya Federasyonu’nun NATO’ya
üyeliğinin sözkonusu olup olmayacağı, idi.
Soğuk Savaş dengeleri sayesinde (!) belli bir istikrara sahip olan özellikle
Balkanlar ve Kafkasya bölgeleri, 1990’ların başından itibaren üzerlerindeki ağır
otoritenin önemli oranda kaybolması sebebiyle kısa sürede içten içe kaynayan ve
yıllar öncesinden ertelenen sorunların hesaplaşması alanlarına dönüştü. Kafkaslarda,
Azerbaycan ve Ermenistan arasında Dağlık Karabağ sorunu; Gürcistan’da Osetya
sorunu; ve Çeçenistan sorunu gibi belli başlı uzun süreli yıkıcı ve kanlı çatışmaların
ortaya çıkmasına sebep oldu. Diğer taraftan Balkanlarda, Yugoslavya Federasyonu’nu
oluşturan Hırvatistan ve Slovenya’nın çatışmalar sonucu birlikten ayrılması, bunu
Bosna-Hersek’in takip etmek istemesi bölgeyi yıllar süren kanlı çatışmaların içine
çekti.
Avrupa ile zengin yeraltı kaynaklarına sahip olan Orta Asya bölgeleri
arasında stratejik önemde bir geçiş noktası olmasına rağmen, Rusya Federasyonu
açısından hayati önem arzeden Kafkaslarda meydana gelen çatışmalara Batılı
devletler aktif taraf ve müdahil olmaktan sakınmışlar ve daha çok çatışmaların
şiddetini düşürmek ve mümkünse arabulucu politikalar önermek rolünü
üslenmişlerdir. Bunun en temel sebebi, henüz Sovyetler Birliği’nin dağılmasının
yarattığı ağır travmanın etkisinde olan Rus askeri ve siyasi kadrolarının, yetmiş yıllık
Birlik süresince grift bir şekilde kurulmuş olan ekonomik, sosyal, kültürel, ve askeri
ilişkiler bütününü temelden sarsabilecek politikalar izledikleri takdirde Batılı
devletlere karşı çok sert karşılık verebileceği endişesi idi. Dolayısıyla, Kafkaslara
müdahil olmanın getirebileceği bazı avantajlara karşın olası yüksek maliyetlerinin

kabul edilemez düzeyde olması gerçeği karşısında Batı ülkeleri Rusya ile ilişkilerinde
bu bölge itibarıyla daha “anlayışlı” olmuşlardır.
Ancak, Balkanlarda gelişen olaylar, Rusya ile Batılı devletlerin ilişkilerinde
Kafkasların aksine bu bölgede ortak bir “anlayışın” hakim olamayacağını
göstermiştir. Ruslar ile yüzyıllar öncesine dayanan güven ve güvenlik sorunları
bulunan Alman toplumunun ilk olarak Batı ve Doğu Almanya’nın birleşmesiyle
kendine güveninin artması ve ülkenin doğusuna Ruslar ile tarihsel savaş koridoru olan
Polonya, Çek Cumhuriyeti ile birlikte Slovakya ve Macaristan’dan oluşan bir duvar
örmek suretiyle kendini kalıcı güvence altına almak istemesi sonucunda NATO’nun
doğuya doğru genişleme süreci başlamıştır. Öte yandan, Rusya ile derin siyasi ve
kültürel bağları bulunan Yugoslavya Federasyonu’nun Almanya’nın “girişimi”
sonucu Hırvatistan ve Slovenya ile başlayan dağılma sürecine girmesi, ve bütün bu
gelişmelere karşın Rusya Federasyonu’nun siyasi ve askeri açıdan etkin stratejiler
ortaya koyamaması Soğuk Savaş dönemindeki Doğu Batı gerginliğini anımsatan
polemiklerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Hiç yorum yok: